Sol = Cahillik
Bugün Türkiye kaynayan bir kazan ve insanlar solcular ve hükümet arasında sürekli bir çekişme söz konusu. Deniz Baykal ve diğer solcu mensuplar sürekli olarak Vatan'ın elden gittiğini savunuyor. Ancak; halk ise bu olanları maalesef endişe içerisinde izliyor. İzledikleri şey vatanın elden gittiği falan değil. Hükümet'e karşı yapılan çirkeflikleri.Şimdi şu yapılan Cumhuriyet Mitinglerini ve orada liderlik vasfı üstlenen kişileri ele alıyoruz. Bakıyoruz geçmişlerine ve bugünlerine. Hepsi de çürük elma. Tıpkı Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi. Kırk çürük yumurta. Bu liderlerle bir de muhalefet kanadı oluşturmaya çalışacaklar solcular. İşin acı tarafı. Bunun gibi vatan ve millet düşmanlarına destek verenler de var. Sözde Cumhuriyet savunucuları bir de.
Şimdi bu liderlerin aslında nasıl birer vatan ve millet istismarcısı olduklarını teker teker ele alalım;

Tuncay Özkan; Kanaltürk Yöneticisi. Kendileri daha önce yaptıkları konferansta Allah'a inanılmaz hakaretler edip, onun varlığını hiçe sayıp,

Türkan Saylan; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı. O şüphesiz " Çocukların namaz kılmasını değil, bale yapmasını istiyoruz " sözüyle meşhur oldu. Ve peşinden de " Muhammed " isminin sadece bir ironi olduğunu söylüyordu. " Yaratılış" a inanmayarak aslında darwinist bir ateist olduğunu

Şimdi sizlere Fadime Özkan'ın Star Gazetesi'nde yaptığı açıklamalarını yayınlıyoruz.
" Kamuoyunda iki ayrı Türkan Saylan resmi var. Biri; cüzamlıların tedavisi, kız çocuklarının okuması için yıllardır büyük emekler veren hekim Türkan Saylan. Diğeri; kendine benzemeyeni, farklı düşüneni yok sayan, muhtıradan yana tavır alan Türkan Saylan. Peki, neden böyle bir ikilik var? Cumhuriyet mitinglerinin sözcülerinden,
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan ile hem mitingleri, hem de son dönemde yeniden tebarüz eden kavram karmaşasını konuşmak istedim. Cumhuriyet, demokrasi, çağdaşlık, temel hak ve özgürlükler, yasaklar ve ayrımcılık nedir, ne değildir... gibi. Onunla güzel bir bahar sabahı Arnavutköy'de buluştuk ve konuşmayı denedik. Bunu ne kadar başarabildik, siz karar verin.
Türbanlılar okuyamıyor da ben asker olabiliyor muyum
Cumhuriyet, bildiğiniz gibi monarşi olmayan, egemenliğin millette olduğu yönetim biçimi. Bu ülkede aksini talep eden mi var ki mitinglerin adı cumhuriyet mitingi?
Biz cumhuriyetten laik temelli demokrasiyi temsil eden cumhuriyeti algılıyoruz. TC, Cumhuriyet'i ilan etmeden meclisini kurmuş, önce demokrasinin temellerini atmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet de alt kavramlarıyla tehlikede.
Söylediğiniz gibi Cumhuriyet'i, milleti temsil eden Meclis ilan etti. İki ay sonra halkın iradesi sandığa yani meclise yansıyacak. Bu durumda cumhuriyet mitingleri nafile mi olacak?
Öyle şey olur mu? Sandık halkın gerçek düşüncelerini oylarına yansıtıyorsa gerçektir. 12 Eylül sonrası rejimin getirdiği yüzde 10 barajı ve dokunulmazlıklar var. Üçte bir oyla üçte iki çoğunluğu almış bir parti 'ben sen bizim oğlan' diye hareket etti. Ama 'barajı atlayıp meclise gireyim de ne olursa olsun' diyenlere de karşıyız.
YÖNETMELİKLER VAR
Mitinglerde toplumun bir kesimini dışlayan konuşmalar da yapıldı. Bu kamplaşmayı artırabilir mi diye endişelenip sorumluluk hissettiniz mi?
Ben bu sözlerinize asla katılmıyorum. Biraz sanal olduğunu düşünüyorum. O yüzde 35'e sorun bakalım memnun musunuz diye?
İki ay sonra sorulacak zaten.
O zaman konuşalım. Bizim karşıtlığımız bu hükümetin kadınlarımızı türban üzerinden siyasal İslam olarak kullanarak bizi milli görüşe çekmeyi hedeflemesinedir. Biz mitinglerde 'elim kırılsaydı da buraya oy vermeseydim' diyenlerle kucaklaştık. Orada bir sürü bizim okuma yazma öğrettiğimiz başörtülü kadınlarımız, annelerimiz, ablalarımız vardı.
Başörtülü kadınlardan bahsederken neden sadece okuma yazma bilmeyen ya da yaşlı kadınları alıyorsunuz? Genç, eğitimli, kentli, dünyadan haberdar, hayatını kazanan, başını da kendi iradesiyle örten çok sayıda kadın var bu ülkede?
Hayır, geniş bir kesim yok kardeşim. Ayrıca bu ülkenin yasaları, yönetmelikleri var. Atatürk'ün, laik cumhuriyetin çocukları olarak biz türbanın belli yerlerde siyasal simge olarak kullanılmasını kabul etmiyoruz. Bu yasal bir tavırdır.
TAVRINIZI BEĞENMEDİM
Yasalar insan eliyle yapılır ve her yasa da, hukuki olmayabilir. Önemli olan evrensel temel hak ve özgürlüklerdir biliyorsunuz...
...Benim insan haklarını savunduğumu herkes bilir.
Ben de biliyorum ve bu yüzden soruyorum: Kişinin doğuştan kazandığı, anayasal güvence altına alınmış haklarının elinden alınması haksızlık mıdır, değil midir?
Siz beni kendi fikirlerinize getirmeye çalışmayın. Bu şekilde sorgularsanız cevap vermem size.
Ben bunun konuşulabilir olduğunu düşündüğüm, buradaki çelişkiyi nasıl açıkladığınızı merak ettiğim için soruyorum.
Tavrınızı beğenmediğimi söylemek istiyorum.
Ama sorumu cevaplamıyorsunuz Türkan Hanım?
Bakın orada örtülü kadınlarımız da vardı. Çok hoştu. Hatta bir tanesine mikrofon tuttular. Dedi ki 'Biz onlardan değiliz. Onlar zaten bizi sevmez.' Ben o kızlarımızla bir öğretim üyesi olarak yaşadım senelerce. Nasıl o hale getirildiklerini, kurtulmak için ne çabalar verdiklerini, yüzlerine kezzap atmaya teşebbüs edenlerin üniversite kapılarında kavga çıkarttıklarını, o kızların büyük sıkıntı içersinde 'bizi kurtarın' dediklerini yaşadım.
BU İŞLER KOLAY DEĞİL
Merak ediyorum; yüzüne kezzap atılan kişi üniversite öğrencisiyse, yasal yolları neden kullanmıyor?
Nasıl yapsın? Bu işler kolay mı sanıyorsunuz. Dayak yiyen kadın karakola gittiğinde 'kocandır döver' demiyor mu karakol? Lütfen yani gerçekleri şey yapmayın. Siz star gazetesinden misiniz sahiden?
Neden? Size bunları soruyorum çünkü 18 yaşına gelmiş bir insanın kendi iradesiyle başını örtemeyeceğini söylüyorsunuz. Örterse de okuyamayacağını. Ben de bir insan ve kadın hakları savunucusunun bunu neden söylediğini anlamaya çalışıyorum.
Kardeşim, o üniversiteye gidemiyor da, ben asker olabiliyor muyum? Yapmayın yani. Bu ülkenin yasaları var. Yasalara uysun da isterse türban taksın, isterse ne yaparsa yapsın.
Peki, mitinge dönelim o zaman. Mitinglerde Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'den çok eşi Hayrunnisa Gül'ün türbanına tepki gösterildi ve...
...Hayır, ikisine de tepki gösterildi. Gül'ün geçmişi ortaya çıktı. O söylemleri söyleyen birinin Atatürk'ün, İnönü'nün temsil ettiği bir makamda olmasını ister misiniz?
Türkiye'yi temsil ediyor zaten, Dışişleri Bakanımız.
O politik bir şey. Bu politika üstü. Oraya gelen kişi de, eşi de artık birey değildir. Toplum nasıl gözükmek istiyorsa öyle temsil etmek zorundadır. Bu ülkede yasalara, çağdaşlığa aykırı küçük bir kitle her zaman olacak. Ama o ucun Türkiye'ye hakim konuma gelmesine asla izin veremeyiz. Buna ne derseniz deyin.
Türkiye'deki kadın nüfusunun yarısının başı örtülü. Onlar için konulan yasaklar eşleri için de mi işletilmeli?
Ama bakın... Siz provakasyona çok açık bir insansınız galiba.
Bunu nereden çıkartıyorsunuz! Benim işim soru sormak.
Bakın, başörtülü kadınlarla türbanlıları aynı kefeye koyamazsınız. Türban siyasal İslamcı bir davranıştır. 80'den sonra belli bir kadın vaiz ortaya çıkmış, kadınları ikna etmeye başlamıştır. Türban modamsı bir şey. Başörtülü kadınlara karşı değiliz. Anadolu'da analarımız, babaannelerimiz de başörtülü. Biz cumhuriyet kadını olarak yetiştik. Hiçbir örtülü anne de kızının örtünerek okumasından yana değildir.
Peki, o kız kendi iradesiyle başını örtmek isterse ne olacak?
İstiyorsa, istediği yola gidecek.
Başını örttüğü için okula gidemeyecek yani?
Başını örtmek istiyorsa gidemeyecek.
EV KADINI OLABİLİRSİN
Kızların okuması için yıllardır büyük emekler veriyorsunuz Türkan Hanım. Hem 'haydi kızlar okula' diyorsunuz, hem de bazı kızlara 'siz değil' diyorsunuz. Bu nasıl mümkün oluyor? Burada bir çelişki yok mu?
Ben sizinle anlaşamıyorum. Ben kızların özgürlüğüne bir şey demiyorum. Erkekler nasıl kravatlı olduysa onlar da çağa uymak zorundalar. Size garanti veriyorum, bizim okuttuğumuz kızlarımızın hiç birisinin anne-babası kızının örtülü olmasını istemez.
Siz aileden, çevreden, üçüncü kişilerden bahsediyorsunuz. Ben kişiden, bireyden bahsediyorum. 18 yaşını aşmış, başını da kendi iradesiyle örtmüş bir insana 'başını aç' demek ya da örttüğü için cezalandırmak bana ayıp geliyor. Size gelmiyor mu?
Size gelebilir. Ama ben de diyorum ki 'Kızım büyüyünce nasıl istersen öyle hareket edersin ama okulda bunu yapamazsın. Öğretmen olursan, memur, doktor olursan, siyasete girersen yapamazsın. Bunun dışında ev kadını olursun, işe atılır dükkan açarsın'. TC cumhurbaşkanlığında, parlamentosunda, eğitiminde, hastanesinde, okullarında bizi geriye götüren simgelerle olmayı kabul etmemiş. Laik düzen bu demek.
Peki, şu ayrıştırmayı konuşalım o halde. Türban ve başörtüsü arasındaki...
...Bakın, ben konunun uzmanı değilim ama uzmanların söylediğine göre vatandaşlarımızın örttüğü örtüyle bu bambaşkadır. Babaannelerimiz, köylülerimiz de başını güzel bağlayan kadınlarımız.
Kentli, eğitimli, genç bir kadına 'başını kapatacaksan köylüler ya da babaanneler gibi kapat' demek mi bu?
Babaannesi gibi bağlasın demiyoruz. Zaten başı bağlı anneler kızının başını bağlamasını istemiyor.
TELEPATİ YAPIYORUM
Aslında şunu soracaktım yarım kaldı. Bir bilim kadını olarak başka bilim kadınlarının çalışmalarını takip ediyorsunuzdur herhalde. Prof. Nilüfer Göle ve Prof. Elizabeth Özdalga 'türban modern başörtüsü yorumu' yani 'çağdaş bir giyim'dir diyor?
Olabilir. Çiğdem Kağıtçıbaşı da var. İnanıyorum ki o kızlar içlerinden 'Bunlar doğru söylüyor, biz kullanıldık' diyor, biliyorum. Böyle bir telepati var. O çocukları sarıp sarmalayıp 'kapıdayız, bir şey yaparsan gösteririm sana' diye tehdit etmeye kimsenin hakkı yok. Onlara 'bunu özgür irademizle yaptık' dedirtmeye, benim hemcinsimi istismar etmeye kimsenin hakkı yok.
Hemcinsinizin neden bu kadar edilgen ve zayıf olduğunu düşünüyorsunuz? Öyle olup da size baskı gördüğünü anlatanlara hukuki yollar konusunda yardımcı olmuyor musunuz, bu vakalar kamuoyuna neden hiç yansımıyor?
Söyledim, karakola gittiğinde ne diyorlar. Kalacak yeri olmayan bir kız, öğrenci yurduna gittiğinde 'Seni buraya alırız ama başını örteceksin, gece kalkıp merdivenleri sileceksin, şunu bunu yapacaksın' diyorlar. Ağlayarak bize geliyor bu kızlar. Bunların farkında değilsiniz, türbanlı kadınları savunmaya çalışıyorsunuz.
Ben, bir insan hakları savunucusunun temel bir hakkın yasaklanmasını neden savunduğunu anlamaya çalışıyorum.
Ben bir doktor olarak onlara verilen fiziksel zararları tedavi etmeye çalışıyorum. Ama tabi ki tuzu kuru zengin, gidip de tesettür modalarına uymuş hanımefendilerin hakkını hiç kimse yemiyor bu Türkiye'de. (15.05.2007)
Artık yorum sizin.Edip Akbayram; Ses Sanatçısı. Atatürkçü kimliğiyle tanınan Edip Akbayram, Londra'daki PKK konserlerinde ortaya çıktı. Ve daha sonra bunu da itiraf etti.
Fox TV'de yayınlanan ve eski MHP İstanbul Milletvekili Mehmet Gül'ün de katıldığı programa telefonla bağlanan Akbayram'ın sinirli olduğu görüldü. Gül'ün "Sizin gittiğiniz Londra'daki gece PKK ve yan kuruluşlarının etkinliğidir." şeklindeki sözlerine Akbayram, "Ben şarkı söylüyorum." diye cevap verdi. Bunun üzerine Gül, "Ancak PKK Türkiye'yi mezbahaya çevirdi, hiç protesto ettiniz mi? Orada PKK posterleri asılıyor, 'Biji Apo' diye bağırıyorlar." diye tepki gösterdi. Akbayram ise bu eleştiriye de "Bunlar benim inisiyatifim dışında gelişti." deyince, Gül'den "O zaman katılmayın." yanıtını aldı. Programda Akbayram kendine çamur atıldığını iddia edince de Gül şunları söyledi: "Siz gidip PKK denen çirkefin içine giriyorsunuz. Ben mi çamur atıyorum. Teröristlere destek vermeyeceksiniz. Kürt ayrıdır terörist ayrıdır. Onlara destek veremezsiniz. Siz Türk sanatçısısınız. O zaman oraya katılmayın." (4)YÖK Başkanı Erdoğan Teziç; Kendileri her şeyden önemlisi Bilime siyaset karıştırmakla meşhur ve insanlara bilim yerine siyaset öğretmeyi bir görev bilen bir kişilik. Erdoğan Teziç YÖk başkanı olduktan sonra Üniversitelerimiz Dünya literatürü'nde " 0 " çekerek Dünya Sıralaması'nda ilk 500'e dahi giremedi. Aynı kişi Üniversitelerde baş örtü yasağı getirerek Af Örgütü'nün tepkisini almış, İlahiyat Fakültelerinde ise Kur'an eğitimini aşağılara indirmiş ve Arapça yerine müzik dersini koyarak adeta İslam'ın evrenselliğini ve bilime olan inancını zedelemiştir. Kendisini ülkenin tek varisi gibi görmesi, devlet kademelerine kafa tutması ve dokunulmazlıktan yararlanarak bütün Üniversitelerdeki İhalelere fesat karıştırması ise gündeme gelen diğer olaylar. Sicili bir hayli kabarık olan Erdoğan Teziç'in aynı zamanda Türkan Saylan, Tuncay Özkan, Muzaffer Tekin gibi kişilikleri şüpheli olan insanlarla birlikteliği, iş yapması ise diğer bir ayrıntı.
Doğu Perinçek; İşçi Partisi Genel Başkanı. Doğu Perinçek önce İsviçre'deki Sözde Ermeni Soykırımı'yla ilişkin mahkemesiyle gündeme geldi. Şimdi ise PKK Lideri Abdullah Öcalan'la olan el sıkışmaları, gül dağıtmaları ve birbirlerine yaptıkları iltifatlarla gündemde. Ve bu kişi Cumhuriyet Miting'lerinde yaptığı konuşmalarla da dikkat çekmektedir. Aynı kişiye ise Şehit Aileleri Derneği'nde de Onur Plaketi verilmesi ise bir hayli şaşırtıcı. (5)
İşte bu kişilikler Cumhuriyet Mitingi yaparken maalesef bunların arkasından bir çok solcu maalesef peşilerinden gidiyorlar ve bir de Türk Bayrağımızı ellerinde tutarak kötü emellerine alet ediyorlar. Aslında o grubun çoğu " Müslüman'ım " deyip de aslında Müslümanlıkla alakası olmayan insanlar topluluğu. Şu da var. Aynı insanlar bunları yaparken yerlere taşıdıkları Atatürk Posterlerini atmaktan, Şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış şanlı, şerefli Türk Bayrağı'nı yere atma şerefsizliğini gösterecek kadar haysiyetsiz, onursuz insanlar topluluğu. Maalesef aynı kişiler kalkıp Atatürk İlkeleri vs. hikayeleri anlatmaktan çekinmeyen topluluk. Türkiye aslında bu insanlarla ne kadar utanç duyuyor. Bunların ne dine olan saygısı ne de insana olan saygıları zerre kadar yok. Nasıl olsun ki!..
Bir yandan Danıştay katliamında vefat eden danıştay üyelerinin cenazesine gelen Bakanlara ve imamlara dayak atmaktan, gıda maddeleri vs. atmaları, Kur'an ayetlerinin bir gerçeği olan Baş örtüsü'nü takanları hor görmeleri, eğitim hakkı vermemeleri, İlahiyat Fakülteleri'nde Fıkıh, Tefsir gibi İslam'ı açıklayan, İslam'ı öğreten ilim dallarını engellemeleri, Kur'an'ı başı açık okutturacak kadar gerizekalı olmaları, Arapça'nın yerine Müzik dersi koyarak Kur'an'ın tercxümesini engellemeye çalışmaları, laik yaşamı benimsemeyen insanları vatan haini gibi göstermeleri, televizyonlarda dinci istirmarcıları dindenmiş gösterip İslam'ı aşağılamaları herhalde bu insanların aslında İslam'la, dindarlıkla bağdaşmasını beklemiyoruz tabii. Bu tür insanlar maalesef çelişkiler içerisinde kalmış. İçkiyi dahi laikliğin gereği olarak görmeleri ise başka bişr acı tablo. Yazık ki bu tür insanlar Atatürk'ü, vatanımızı savunmaya çalışıyor. Yazık ki bu tür zihniyetler Atatürk savunuculuğunu yanısıra inancımıza ve Türk Milleti'ne hakaret etmekten geri kalmıyorlar. İşin acı tarafı. Bu insanlara PKK Partisi olan DTP'nin de destek vermesi. Gerçekten yazık. Bir sürü aptal insan yığını vatan, cumhuriyet hikayeleriyle insanları bölünmüşlüğe sürüklüyorlar. ABD'nin en büyük kozu olan Darbe'yi bir anda gündeme getirmeleri. " Ordu Göreve " pankartlarıyla gövde gösterisi yapmaları, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi vatan, millet ve hürriyet hainlerini desteklemeler ise acı tablonun diğer tarafları. Bu tür insanlar inançlarımızı hurafe olarak gösterirken içinde barındırdıkları Nur Serter'in büyü hikayelerini, " Doçentliği Ruhçu Tarikatı'nın desteğiyle kazandım " demesini ise Hurafe olarak algılamamaları ise başka bir acı tablo. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. İşte tam bir çelişkiler ürünü.
Bütün bunlar yaşanırken bir de bunlara kaynaklık eden kurumları bir görelim ve başka yapılanları da ele alalım.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise siyaset hayatında yaptığı hatalar, çelişkiler ise bu insanın ne kadar sahtekar, ikiyüzlü bir insan olduğunu açıkça gösteriyor. Podyumlarda gövde gösterisi yapıyor " AB'yi istemiyoruz " diye. Ama Tansu Çiller hükümeti döneminde Dışişleri bakanlığı yapmış ve aynı kişi Gümrük Birliği'ni önümüze koymuş bir insandır. Ve onun sıkıntısını Ticarette çekmekteyiz ne yazık ki. Bunları yapan kişi şimdi AB karşıtı olmuş. Vay bee. Aynı Parti ise Kanaltürk'e aktardığı trilyonlarda ise Refah Partisi'nin " Kayıp trilyon " davasını öne atarak geçiştirmesi ise CHP mensuplarının dolandırıcı insanlar topluluğu olduklarını görüyoruz. Bugün CHP'den ayrılan kişilerin sayısı bir hayli fazla nedense. Kimi " Darbe Kışkırtıcılığı yaptı " sebebiyle, kimi ise Baykal'ın iyi yönetici olmaması'ndan kaynaklanması gerçekten ilginç. Ne acı.
Atatürkçü Düşünce Derneklerinin durumları ise tam bir rezalet. Bunu bir de Bülent Uluer'den dinleyelim.
| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Yavaş yavaş derneğe 12 Eylül öncesi sosyalistlerin kullandığı jargonlar egemen oldu. ADD'deki sosyalizm ve Kemalizm karışımı bileşimden eski tüfek sosyalistler de rahatsız. Bu isimlerden biri eski Dev-Genç (Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu) Başkanı Bülent Uluer. Dev-Genç'in eski başkanı, ADD'yi sosyalist ve Kemalistlerin koalisyonu olarak niteledi. Kemalizm'in solun çok önemli bir ayrım noktası olduğuna dikkat çeken Uluer, "Sosyalizm denilen ideolojiyi Kemalizm'e bulaştırdığınızda varacağınız yer ancak Atatürkçü Düşünce Derneği olur." dedi. Kaçak Yayın dergisine konuşan Uluer, sosyalizmin son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de dibe vurduğunu belirtti. Bugün solcu olmanın geçmişe nazaran daha zor olduğunu savunan Uluer, "Çünkü o zaman ben gözaltına alınır, sonra çıkıp okula giderdim. Ama bugün bir olaya karıştın mı anında okuldan atıyorlar. Ve politik olan gençlik azınlıkta kaldı. Ayrıca o zamanlar solcu olmak bir kültürdü, bugün öyle mi?" ifadelerini kullandı.(6) Özden, eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un genel başkanlık yaptığı yeni yönetimin, bazı üyelere "Yekta Bey'den uzak durun" şeklinde telkinde bulunduğunu öne sürdü. ADD'ye 2002'den beri ayağını atmadığını belirten Özden, "Altın verseler bir daha dönmem. Bilgisizi bağışlarım; terbiyesizi bağışlamam, nankörü hiç bağışlamam." dedi. Özden'in, başkanlık yaptığı dönemde üyelerin aidat ödememesinden yakınarak, "Bir YTL'yi kendi kurumundan esirgeyen insan adam olur mu ki Atatürkçü olsun?" demesi ise dikkat çekti. Ankara ve İstanbul'da düzenlenen mitingler nedeniyle bir süreliğine ertelenen ADD içindeki anlaşmazlıklar yeniden su üstüne çıktı. Aktüel dergisine konuşan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Özden, bir dönem başkanlık yaptığı ADD hakkında sert eleştiriler getirdi. Cumhurbaşkanlığı krizinin tırmanmasında ADD'nin payı olduğuna yönelik bir soruya Özden şu cevabı verdi: "Millet ADD'yi gözünde büyütüyor. Önemli bir kuruluş; ama adına yakışan gücü hâlâ sağlayabilmiş değil. Ben ADD başkanı iken 200 öğrenciye burs veriyorduk, her ay düzenli olarak dergimiz çıkıyordu vs... Hepsi bitti. Neden? Üyeler ayda bir milyon lira (1 YTL) aidatı vermiyorlar." Özden, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 367 karar yeter sayısı konusundaki açıklamasının ise Cumhuriyet Gazetesi tarafından çarpıtılarak verildiğini de sözlerine ekledi. Özden "Sabih Bey'e 'Toplantı için 184 esas alınmak kaydıyla, oylama için 367 şart' görüşümü aktarmıştım. Cumhuriyet Gazetesi'ne de gönderdim. Ama gazete, yarım sayfaya 'Özden de Kanadoğlu'nu destekliyor' diye başlık attı. 184'ü yazmadan 367'yi yazmışlar. Sabih Bey de bunun üzerine 'Yekta Bey döndü. Şaşırdım.' dedi. Asla! Herkes bir görev yapar, ayrılınca vatandaştır. Biz Şener Paşa'yı herhangi bir asker olarak görmüyoruz. Doktor da olabilirdi. Darbeyle ilgili hiç bir açıklık yok. Zaten biz bağırdık 'darbeye karşıyız' diye. Daha sonra da muhtıra için 'iyi oldu' dediniz. Onu muhtıra olarak görmüyorum. Bu ordunun bir görevidir kardeşim. Yurt içinde, dışında herkes muhtıra olarak değerlendirdi? Bu bir uyarıydı. Siz istediğinizi söyleyin. Orduya karşı olanlar, özellikle AKP, AB'ye sürekli 'ordudan bizi kurtarın, genelkurmay baskı yapıyor' diyor. Bizim ordumuz bir yandan savaşır, sınırlarımızı korur, bir yandan cumhuriyeti ve laik düzeni korur, bir yandan da sivil toplum örgütü gibi çalışır. Anadolu'da Mehmetçik dershaneleri vardır. Dolayısıyla ordu gördüğü yanlışlıkları söyleme özgürlüğüne sahip. Biraz sert söyleyebilir. Buna da saygı duyuyorum. Ordu bizim de sözcümüz. Ben ne kadar konuşma hakkına sahipsem ordu da sahip. Sonuçta ben askerin açıklamasını muhtıra olarak değil bir katkı olarak görüyorum. Neye katkı? İnsanların meydanlara toplanmalarına bir nevi bir katkı yapmıştır. Birçok insanın uyanmasına neden oldu. (8) Görev süresi 16 Mayıs'ta dolan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, rektör atamalarında üniversite hocalarının seçimini göz ardı etmeyi sürdürüyor. 15 yeni üniversiteye rektör atayan Sezer, iki oy alan aday Bahri Gökçebay'ı Kastamonu Üniversitesi rektörlüğüne atadı. En fazla oy almasına rağmen rektör yapılmayan Prof. Dr. Mustafa Safran, Sezer'i ideolojik davranmakla suçladı. Cumhurbaşkanı Sezer, 2 ay inceledikten sonra 15 üniversiteye rektör atamalarını gerçekleştirdi. Sezer atamalar için Meclis Eğitim Komisyonu'nda kabul edilip Genel Kurul'a gönderilen ve yeni kurulan üniversitelere nasıl rektör atanacağını düzenleyen kanunu beklemedi. Milli Eğitim Bakanlığı, mevcut kanunlarda yeni üniversitelerin rektörünün nasıl atanacağı düzenlenmediği için hukuki boşluk olduğunu, Sezer'in atama yapması halinde meşruiyet tartışması yaşanacağını açıklamıştı. Sezer, 15 üniversitenin 10'una seçimlerde en fazla oy alan adayı atarken, 5'ine iki, üç ve beşinci sırada olanları görevlendirdi. Sezer, Uşak Üniversitesi'ne 19 oy alan Adnan Şişman'ı, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi'ne 11 oy alan Selahattin Salman'ı, Giresun Üniversitesi'ne 8 oy alan Osman Metin Öztürk'ü atadı. Yozgat Bozok Üniversitesi'ne 4 oy alan İnci Varinli'yi atayan Sezer, toplam 50 oyun kullanıldığı Kastamonu Üniversitesi'ndeki seçimde 15 oyla en fazla oyu alan Mustafa Safran'ın yerine 2 oy alan Bahri Gökçebay'ı tercih etti. Safran, Milli Eğitim Bakanlığı'nın müfredat çalışmalarında tarih komisyonu başkanlığı yapmıştı. 'Atamalar ideolojik' Rektör olarak atanmayınca hayal kırıklığına uğrayan Prof. Dr. Mustafa Safran, "Seçimlerde en yüksek oyu aldım. YÖK'teki mülakattan da birinci çıktım. Hiçbir defom yok. Sezer ideolojik bir şekilde takdir yetkisini kullanmıştır." değerlendirmesinde bulundu. Milli Eğitim Bakanlığı'nın yeni müfredat çalışmasına katılmasının öğretim üyesi olarak görevi olduğunu anlatan Safran, "Yaptıklarım ortadadır. Bu memlekete böyle hizmet etmeyip de nasıl hizmet edecektim?" diye sordu. 'Yerine atanan kişinin CHP il başkanlığını devreye soktuğunu' iddia eden Safran, şunları söyledi: "Hiçbir özelliği olmayan, 19 yıldır aynı meslek yüksekokulunda müdürlük yapan, 66,5 yaşındaki biri rektör olarak atandı. YÖK'ün en yaşlı rektörü oldu." Dava açmayı düşünmediğini kaydeden Safran, "Kararı Allah'a havale ediyorum. Ben o memleketin çocuğuyum. Her türlü engeli aştım ama sayın cumhurbaşkanını aşamadım." dedi.(9) İstanbul'da bir okul tarafından 1 ay önce Kutlu Doğum etkinlikleri çerçevesinde hazırlanan program resmî onay çıkmadığı için iptal edilmişti. Yalan haber yapma konusundaki alışkanlığından vazgeçmeyen Cumhuriyet, dün birinci sayfasından 'İrticaî faaliyetler' başlığıyla verdiği haberde; "Milli Eğitim'deki 'Kutlu Doğum' adıyla gerçekleştirilen irticaî faaliyetlere her gün bir yenisi ekleniyor. İstanbul Bayrampaşa'daki Şair Şinasi İlköğretim Okulu'nda 'Ulusal Egemenlik Haftası'na denk getirilen 'Kutlu Doğum Kutlama Programı'nda hadis-i şerif ezberleme yarışması, ezberlenen hadis-i şeriflerden de yazılı sınav yapıldığı ortaya çıktı." demişti. Söz konusu gazetenin bu haberi de diğer 'irtica' haberleri gibi yalan çıktı. Zira program Milli Eğitim Müdürlüğü'nden onay çıkmadığı için iptal edilmişti. Söz konusu okulun müdürü Yakup Alparslan, iddiaların tamamen yalan olduğunu belirterek, gazeteye tekzip göndereceklerini, yayınlamamaları durumunda ise mahkemeye vereceklerini söyledi.(10) WINEP'in Türkiye uzmanı Soner Çağaptay ile University of Washington'dan Yüksel Sezgin'in ortaklaşa kaleme aldığı raporda, Sezer'e Anayasa değişikliği paketini veto etmeyip kanunlaşmasına izin vermesi; ancak daha sonra Anayasa Mahkemesi'ne götürmesi tavsiye edildi. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören anayasa değişiklik paketinin reddinin AK Parti'ye puan kazandıracağı savunulan raporda şöyle denildi: "Laik güçlerin yapabileceği en iyi manevra, cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesine imkan veren anayasa değişikliğine karşı çıkmamak. Bu bağlamda, Sezer'in en iyi hamlesi referandumdan kaçınmak ve değişiklik paketini onaylamak olacaktır. Böylelikle değişiklik kanunlaşacak, o aşamada Sezer kanunun ilgili kısımlarını, mesela Meclis toplantı yeter sayısını üçte ikiden üçte bire indiren hükmünü Anayasa Mahkemesi'ne götürebilecektir." AK Parti'nin temmuz seçimlerinden 'güçlü' çıkacağını öngören WINEP raporu, mahkemenin AKP tarafından 'potansiyel bir araç' olarak kullanılacak yeter sayısına ilişkin maddeyi mercek altına alabileceğine işaret ediyor. Rapor, 'zeki İslamcı' olarak nitelendirdiği AK Parti'nin son 'siyasî kutuplaşma taktiği'ne ilişkin kamuoyu desteğine 'başka değişkenler'in de tesir edebileceğine dikkat çekiyor. Ankara'daki kanlı saldırı gününde yayınlanan raporda, bu 'değişkenler' cümlesinden olarak 'PKK tarafından yapılacak terör saldırıları AKP'ye zarar verebilir' örneği veriliyor. ABD'nin K. Iraklı Kürtlere PKK'lı liderlerin Türkiye'ye iadesi için bastırmasının ise AK Parti'nin popülaritesini artıracağı savunuluyor. PKK liderlerinin teslim edilip edilmeyeceğinin ve bu teslimatın AKP'ye mi yoksa orduya mı yapılacağının da açık olmadığı bildiriliyor. Raporda 'laik mitingler' Roma veya Lizbon'dakilere benzetilirken, AK Par-ti'nin cevabi mitinginin 'Ayetullah Humeyni'nin Tahran'ına benzeyeceği, bu 'imaj ikilemi' nedeniyle yapılmadığı öne sürülüyor. 9 Mayıs tarihli bir önceki WINEP raporu da cumhurbaşkanlığı seçimi krizinden büyük oranda AK Parti'yi sorumlu tutmuş, 27 Nisan askerî muhtırasına herhangi bir eleştiride bulunmamıştı. Söz konusu rapora da imza atan Dr. Soner Çağaptay, WINEP'teki görevinin yanı sıra Amerikan diplomatlarına gidecekleri ülkenin dili, kültürü ve siyaseti gibi konularda eğitim veren ABD hükümetine bağlı Foreign Service Institute'un (FSI) Türkiye programı direktörlüğünü de yapıyor. (11) Cumhuriyet mitinglerinin organizatörü Türkan Saylan, ulusalcı kesimden sonra terör örgütü PKK'yla aynı tabanı paylaşan DTP'den de tam destek aldı. Ahmet Türk, dün Milliyet Gazetesi'nden Devrim Sevimay'a verdiği röportajda Saylan'a övgüler yağdırdı. Cumhuriyet mitinglerinde demokrasi vurgusunun eksik olduğunu belirten Türk, "Ama biz Türkân Saylan'ın çizgisini çok beğendik. Zaten Türkân Saylan'ın her zaman söylemlerini önemsiyoruz. Çünkü her türlü antidemokratikliğe karşı duran bir anlayışı var. Biz mantığın önde tutulduğu bütün söylemleri destekliyoruz" diye konuştu. Ahmet Türk, seçimlerle ilgili de ilginç bir iddiada bulundu. 'Gerçek bir demokratik seçim' yapılması durumunda AK Partiyi geriletebilecek tek partinin DTP olduğunu savunan Türk, "O yüzden kimse sanmasın ki bize baskı yapılınca oylar MHP'ye, CHP'ye dağılır diye... Bize gelmeyen oy mutlaka AKP'ye gider" iddiasında bulundu. Ahmet Türk'ün övgüyle bahsettiği Türkan Saylan, geçtiğimiz aylarda PKK'ya destek olmakla suçlanmıştı. ADD Üsküdar Şube Başkan Yardımcılığından istifa eden Asuman Özdemir, geçtiğimiz ay yaptığı bir açıklamada Saylan'ı bölücü hareketleri desteklemek ve öldürülen teröristlerin yakınlarına burs vermekle suçlamıştı. Yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD'nin PKK'nın siyasallaşmasına katkı sağladığını savunan Özdemir, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 'Kardelenler Projesi' adı altında İstanbul'a getirilen kız öğrenciler, DTP kadro açığını karşılıyor. ÇYDD'nin Kandilli Kız Lisesi gibi yerlerde okuttuğu kızlardan bazılarının akrabaları hâlâ dağlarda Türk askerine kurşun sıkıyor. ÇYDD'nin yetiştirdiği kızlar Güneydoğu'da Kürtçülüğün, PKK'nın daha çok sivilleşmesine hizmet eder hale geldi" iddialarına yer vermişti. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, geçtiğimiz günlerde Türklere yönelik ağır hakaretlerde bulunmuştu. Türk milletinin tarih boyunca hep yakıp yıktığını öne süren Saylan, "Biz Türkler hep akın etmişiz; yakıp yıkmışız, başkalarının yaptıklarını yakıp yıkmışız. Şimdi kendi yaptıklarımızı yıkıyoruz" ifadelerini kullanmıştı. Saylan, aynı açıklamasında "Çocuklarımızın sıra üstünde namaz kılmasını değil bale yapmasını istiyoruz... Gençlik Orkestrası'nı yaratan ve yöneten arkadaşımızın ismi Muhammed. Düşünebiliyor musunuz buradaki ironiyi?" şeklinde konuşmuştu.(12) Belgesel filmlerin cesur imzası Mustafa Yürekli’den çok konuşulacak bir belgesel daha; “İmralı: Menderes'in İdamı”. 27 Mayıs 1960'tan Menderes'in idam edildiği 17 Eylül 1961'e kadar Yassıada'da yaşananlar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idamları, gün yüzüne çıkmamış ayrıntılar, idam öncesi ve sonrası bütün yönleriyle bu belgeselde ekrana gelecek. Dönemin İmralı Cezaevi Müdürü Ahmet Ziyaettin Acarol, infaz öncesi ve sonrasını bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış olayları, Mustafa Yürekli’ye anlattı. Askeri müdahale sonrası tüm yaşananlar, “İmralı: Menderes’in İdamı” belgeselinde. Ayrıca belgeselde 27 Mayıs Müdahalesi aydınların bakış açısıyla değerlendiriliyor. Aydın Menderes, Hüsamettin Cindoruk, Altemur Kılıç, İsmet Bozdağ, Numan Esin, Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas, Oktay Ekşi, Çetin Altan, Bedii Faik, Saadettin Bilgiç ve Mehmet Şevket Eygi 27 Mayıs'ı, Mustafa Yürekli’ye yorumladılar. Hüseyin Yücel, idam öncesinde Menderes'in durumu konusunda bilgiler veriyor. Menderes'i Yassıada'dan bir doktorla birlikte aldıklarını vurgulayan Yücel, şöyle devam ediyor: "Getirdiler, harp gemisine koydular. Biz de gemiye bindik. Deniz çok dalgalı. Durmadan tuvalete gidip istifra ediyorum. Subaylardan biri geldi. 'Beyefendi, Menderes sigara içmek istiyor.' dedi. Şartlar öyle dikkatli olmaya mecbur kılıyor ki 'Sigarayı ağızlıkla verin.' dedim. Sigarayı çiğneyip yutmasın diye. Çünkü yutarsa hasta olur, hasta olan kişinin de cezası infaz edilemez. O şekilde Yassıada'dan İmralı'ya çıktık. İskeleden cezaevi idare odasına kadar 400 metre Menderes yürüyerek gitti. Bazen kalkıyor diyorlar ki, Menderes daha önce ölmüş, sonra asmışlar. Böyle bir şey yok. Menderes'i odasına biz koyduk." Daha sonra Savcı Ömer Altay Egesel, dört muavini ve Adalet Divanı'ndan bir hakimle bir araya geldiklerini ifade eden Yücel, kararı Menderes'e tebliğ ettiklerini söylüyor. Menderes'in önce eşine ve çocuklarına mektup yazdığını belirten Yücel, "Hatırladığıma göre 'Dünyadan ayrıldığım şu anda ailemi ve çocuklarımı şefkatle anarım. Ben vazifemi yaptım, siz de yaptınız. Allah devlete, millete zeval vermesin. Hepinize teşekkür ederim.' Menderes'in sözlerini katibe dikte ettiren Egesel, şefkatle kelimesini kullanmadı. Menderes 'Şefkatle yazın.' dedi. Ve o kelime de eklendi." diyor. Zorlu, ipi boynuna kendisi geçirdi Hüseyin Yücel, Menderes'in arkadaşları Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamlarında da infaz savcısı olarak bulunmuş. Önce Hasan Polatkan'ın asıldığını belirten Yücel, ardından Zorlu'nun infazını gerçekleştirmek için hazırlık yaptıklarını ifade ediyor. Zorlu'ya ne istediğinin sorulduğunu, onun da ailesine mektup yazmak istediğini anlatan Yücel, şöyle devam ediyor: "(Zorlu) Ailesine bir mektup yazdırdı. 'Dünyadan ayrılmakta olduğum şu anda memlekete yaptığım hizmetle ilgilidir. Bundan sonra hayatınızı şöyle tanzim edin...' Ondan sonra usul ve erkanıyla abdestini aldı, ibrikle su istemişti sonra ayağa kalktı. Egesel'e döndü. 'Ben inandığımı yaptım. Siz de inandığınız davayı müdafaa ettiniz. Buyrun gidelim.' dedi. Gittik, darağacının olduğu yere vardık. Yolda kaşkolunu boynuna takmak istedi. 'Şimdi zararlı olur.' dediler. O da koluna taktı. Cellat iskemlenin üzerine çıkarmaya çalıştı. 'Dur, ben çıkarım' dedi. Çıktı, 'İpi boynuma da bir mahzuru yoksa ben geçireyim, bu pis işe cellat bulaşmasın.' dedi. 'İskemleyi çekmesin, ben iterim' dedi. Kendi ayağıyla itti ve ceza infaz edildi."(14) Adnan Menderes'in asılması ise bir çok soruyu akıllara getiriyor. Asma sebepleri, deliller, belgeler ise muamma. Menderes eleştirilere kapalı, sert mizaçlı bir kimseydi. Zaten bu tutumu ceza olarak halktan gelecekti. Ancak; bu sebepten gelecek bir idam ise tamamen rezillikten başka bir şey değildir. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder