3 Haziran 2008 Salı

KURAN VE BiLiM

KURAN VE BILIM

KURAN VE BİLİM HAKKINDA...

İlerleyen sayfalarda Kuran ayetlerinin
evren hakkında verdiği bazı bilgilerin
bilim ile olan olağanüstü paralelliğine değineceğiz.

Ama öncelikle,
Kuran ve bilim konuları üzerinde
uzun süredir
devam eden
bir karışıklığa da
değinmek gerekiyor.

Bu karışıklık,
bazı ateist "bilim adamları"nın
Kuran'a önyargılı biçimde
yaklaşmalarından kaynaklanır.

Allah'ın varlığına
inanmayan,
dolayısıyla da
Kuran'ın Hz. Muhammed tarafından
"yazıldığını"
öne süren bu kişiler,
Kuran'ın verdiği haberlerin mutlaka
bilimle çelişeceği noktasından hareket etmişlerdir.

"6. yüzyılın
bilgisi ile yazılan bir kitap, elbette
sürekli gelişen
ve yeni doğrular bulan
bilimle çelişecektir"

gibi bir mantık öne sürmüşlerdir.

Böylesine bir
önyargı ile
baktıkları
Kuran ayetlerinin
anlamlarını çarpıtarak, sözkonusu
iddialarına destek
bulmayı denemişlerdir.

Buna karşılık bazı müslümanlar,
bu karalamalara karşı
savunma yapmaya çalışırken,

bir hataya düşerek,
Kuran'ı bir
"bilim kitabı"
olarak tanıtmaya başlamışlardır.

Kuran'ın bilimle
çelişmediğini
ispatlamaya çalışırken,
neredeyse tüm bilimin Kuran'ın içinde olduğunu
söylemişlerdir.

Hatta,
bilimsel gelişme için, formüllerle
ya da deneylerle
uğraşmak yerine,
Kuran'ın daha derin araştırılmasının
daha faydalı olduğunu öne sürenler olmuştur.

Oysa,
Kuran ayetlerinden anladığımıza göre,
Kuran bir "bilim kitabı"değildir.

Bilime öncülük etmek,
kimya formülleri
aktarmak ya da
kuantum fiziği
öğretmek için
indirilmemiştir.
Kuran'ın ne amaçla indirildiğini
ayetler şöyle açıklıyor:

"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki,
Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura,
güçlü ve övgüye layık olanın yoluna
çıkarman için sana indirdik.
" (İbrahim Suresi, 1)

"(Kuran)
Temiz akıl sahipleri için
bir hidayet rehberi
ve bir zikirdir."
(Mümin Suresi, 54)


Kısacası Kuran,
müminlere rehber
olmak üzere indirilmiştir.

Onları "karanlıklardan aydınlığa"
yani inkardan imana çıkaracak ve onlara
Allah'a nasıl kulluk edeceklerini,
O'nun rızasını nasıl arayacaklarını
açıklayacaktır.

"Rehber" olma özelliği,
müminin karşılaşacağı olaylarla ilgili
özlü bilgileri aktarmayı da içerir.

Diğer deyişle Kuran,
müminin tüm ibadetlerini nasıl yapacağını açıklar.

Müminin ibadetleri ise iki türlüdür:

Namaz,
oruç gibi doğrudan Allah'a karşı
yapılan ibadetler ve
"iyiliği emredip-kötülüğü engellemek"
olarak özetlenebilecek olan ve toplum içinde
gerçekleştirilecek ibadetler.

Bu yüzden Kuran,
mümine, "iyiliği emredip,
kötülükten sakındırırken"
yani dini anlatırken ve dinin düşmanlarına karşı
mücadele ederken ne gibi yöntemler
izlemesi gerektiğini anlatır.

Bunun yanında,
ne tür insanlarla
ve toplumlarla karşılaşacağını tarif eder.
Sayısız ayette
"De ki..."
ve
"Derler ki..."
ifadeleriyle başlayan cümleler,
müminlerin diğer insanlarla nasıl bir diyalog
içine gireceğini anlatır.


Ama bunlardan yola çıkıp
"Kuran bir sosyoloji kitabıdır"
ya da "Kuran bir psikoloji kitabıdır" diyemeyiz.

Çıkarılacak sonuç,
Kuran'ın, kendisini rehber edinen müminlere,
Allah'a yakınlaşma ve Allah yolunda mücadele için
girişecekleri çabada yardımcı olmak üzere
psikolojik ve sosyolojik bilgiler verdiğidir.

Bu bilgilerin,
hiç bir sosyoloji ya da psikoloji kitabında
verilemeyecek kadar özlü ve doğru olduğunu,
müminler, yaşadıkları tecrübelerden bilirler.

Kuran aynı şekilde,
"dünyaya nizam verme"
gibi bir misyon da yüklenmiş olan müminlere,
politik bilgiler verir.

Dünyada etkin "güç odakları"nı tarif eder.
Müslümanlara kimin düşmanlık besleyeceğini bildirir.
Dünyadaki bozgunculuğun ardında kimlerin var olduğunu açıklar.

Ama bundan da "Kuran bir siyaset bilimi kitabıdır"
sonucu çıkmaz.

Kuran bu bilgileri,
müminlere "rehberlik" etmek için vermektedir.

Aynı şey,
Kuran'ın verdiği tarihsel bilgiler için de geçerlidir:

İnsanlık tarihi elbette Kuran'dan öğrenilmez
ama Kuran, tarihin en önemli anahtarlarını vermekte,
müminlerle dine düşman olanlar arasındaki
mücadelenin tarihteki yerinden bahsetmektedir.

Aynı kıstas,
kuşkusuz bilim için de geçerlidir:
Bilim, araştırma ve deney sonuçlarından elde edilir.
Bu zaten, Allah'ın "yerde ve gökte" ki
ayetlerinin incelenmesi için verilen
Kuran emrinin de bir gereğidir.

Ama Kuran'dan kimya formülleri
çıkarmaya çalışmak kuşkusuz hata olacaktır.

Kimya formülleri,
müminin "ibadetleri" açısından doğrudan
bir önem taşımamaktadır ki,
Kuran'da açıklansın.

Bunu araştırmak kimyacıların işidir.
Ve kuşkusuz gereklidir,
ama laboratuarda yapılacaktır.

Bunun yanında, Kuran ayetleri gerçekten de
bazı bilimsel gerçeklere değinir.

Çünkü mümin,
nasıl bir "siyaset bilimcisi"olmasa da
girişeceği çaba nedeniyle politik ortamı bilmesi gerekiyorsa;
"bilim adamı" olmak zorunda olmasa da,
Allah'ın yarattıklarını tanıma açısından bilime aşina olmalıdır.

Bu nedenle Kuran, evrenin yaratılışı,
insanın doğumu, atmosferin yapısı gibi bazı
konularda temel bilgiler verir.

Bu konularda verilen bilgilerin,
modern bilimin son bulgularıyla uyum içinde olması ise,
Kuran'ın
"insan yazması"
olmadığını bir kez daha
ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.

BIG BANG (BÜYÜK PATLAMA)

Bu yüzyılda elde edilen bazı veriler,
evrenin "yok"iken "var" hale geldiğini göstermiştir.

Buna göre, evrenin bir başlangıcı vardır
ve bu başlangıç Big Bang adı verilen bir
"Büyük Patlama" ile gerçekleşmiştir.

Bugün Big Bang Teorisi,
bilim çevrelerinin büyük bölümünde kabul görmektedir.

Bu teoriye göre,
evrenin tüm materyali yaklaşık
15 milyar yıl önce tek bir noktada toplanmıştı.

Bu tek nokta sonsuz bir yoğunluk
ve sonsuz bir ısı anlamına geliyordu.

Yoğunluk sonsuzdu ama bir hacmi yoktu.

İşte Büyük Patlama'dan önceki bu dönem
(ki buna dönem demek zordur; madde olmadığı için zaman da yoktur)

evrenin olmadığı,
herşeyin "yok"olduğu dönemdi.

Teoriye göre,
büyük bir patlama ile sonsuz yoğunluktaki birikim
büyük bir hızla dağılmaya başlamıştır.

Bir başka deyişle Büyük Patlama ile,
evren "yok" iken, "varolmaya" doğru yola çıkmıştır.

Bugün, evrenin sürekli olarak genişlemekte
olduğunun ispatlanması
Büyük Patlama’nın en büyük delili olarak kabul edilir.


"Bugün artık galaksilerin her yöne doğru
bizden uzaklaştığını biliyoruz.

Kozmolojistler evreni şişen bir balonun
yüzeyi gibi düşünürler.

Şüphesiz gerçek uzay,
balonun yüzeyi gibi 2 değil 3 boyutludur
ve her yöne doğru genişler.
" (New Scientist, 26 Eylül 1987)

Gök cisimlerinin kaçma hızı uzaklık arttıkça artmaktadır.
Örneğin, bizden bir milyar ışık yılı uzaklıktaki
Ursa-Major Takım Yıldızı,
her saniye dünyadan 1.500 kilometre uzaklaşırken,
çok daha uzak olan Hidra Takım Yıldızı’nın
uzaklaşma hızı saniyede 6.000 kilometredir.

Evren genişlediğine göre bu genişlemenin
başladığı bir an olması gerekir.

"Bu genişlemeyi tersine doğru düşünür
ve evrenin gelişmesini zaman içinde geriye
doğru çekersek o zaman her şey, 15 milyar yıl
kadar önce sonsuz yoğunlukta tek bir
matematiksel noktada, tekillikte toplanacaktır.
"(New Scientist, 12 Mayıs 1988, sf. 52)

Big Bang teorisinin en büyük önemi,
evrenin bir başlangıcı olduğunu ispatlamasıdır.
Bunun yanısıra,
pek çok kimsenin düştüğü
bir yanılgıya da değinmek gerekir:
Çoğu kişi,

Allah'ın evreni Big-Bang ile -veya başka bir şekilde-
yarattığını fakat bundan sonraki olayların
"kendi kendine" işlediğini zanneder.

Bu mantığa göre,
Allah yalnızca
"ilk hareket"i
yaratmıştır ve evren birbiri ardına dizili
domino taşları gibi kendiliğinden oluşmuştur.

Oysa bu düşünce kökten yanlıştır.

Big-Bang, evrende bildiğimiz,
hesaplayabildiğimiz ilk harekettir.

Evrenin bu patlama sebebiyle oluşması
ve yaşadığımız büyük dengenin kendi kendini
oluşturmuş olması düşünülemez.

Hiç bir kuralı olmayan bir patlama sonucu dağılan
parçacıkların, galaksileri,

yıldız sistemlerini ve içinde dünyamızın
yer aldığı Güneş sistemini kendi kendine
oluşturduğu gibi bir sonuca varılamaz.

Tek bir atomun bile, içerdiği olağanüstü

sistemlerle kendi kendine şekillenmesi
düşünülemezken koca bir evrenin bir patlamanın
"kudretiyle" oluştuğunu söylemek akıldışı bir yaklaşımdır.
Bunların hepsi de yine Allah'ın ilmiyle gerçekleşmiştir.

Nitekim Kuran'da Allah'ın önce "gökleri"
yarattığını, daha sonra yeryüzünü düzenlediği,
onda dağları varettiği ardından atmosferi düzenlediği,
en sonra da canlıları var ettiği bildirilmektedir.

Aynı şekilde, Kuran ayetleri Allah'ın evrendeki
tüm varlıkları sürekli yönettiğini bildirmektedir:

"Şüphesiz Allah,
gökleri ve yeri zeval bulurlar diye
(her an kudreti altında) tutuyor.
Andolsun, eğer zeval bulacak
olurlarsa, kendisinden sonra
artık kimse onları tutamaz.
Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır."
(Fatır Suresi, 41)

"Sizi diri tutan, sonra öldürecek,
sonra da diriltecek olan O'dur.

Gerçekten insan pek nankördür."
(Hac Suresi, 66)

"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar...
" (Secde Suresi, 5)

"Allah, yedi göğü ve yerden de
onların benzerini yarattı. Emir,
bunların arasında durmadan iner;
sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle
her şeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.
" (Talak Suresi, 12)


Big Bang, evrenin başlangıcıyla ilgili
bugün için en tutarlı teori olarak bilinmektedir.

Çeşitli itirazlar gelmesine rağmen bunlar
Big Bang sonrası evrenin oluşumuyla ilgilidir
ki bu konu zaten oldukça karmaşıktır. Atomların,
yıldızların, galaksilerin hangi sebep-sonuç
ilişkileri içinde yaratıldıkları bugün tam olarak
bilinmemektedir. Ama kuşkusuz Allah’ın,
insanı bir su damlasını sebep
kılarak yarattığı gibi,
evreni de sebepler zinciri içinde
yaratmış olduğu düşünülebilir.
Ve bu sebebin çıkış noktası
bir patlama veya başka birşey olabilir.
Ama hiçbir aşama Allah’tan bağımsız
kendi kendine oluşmamıştır. Ve sonuçta
oluşan mükemmellik onun üstün ilmi ve
kudretini gözler önüne sermektedir.

Tüm evren,
bu evrenin ucunda bir yerde yaşayan
insanoğluna yararlı kılınmıştır. Kuran,

'Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı
sizin emrinize verdi; yıldızlar da
O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen
bir topluluk için ayetler vardır.'

(Nahl Suresi, 12)
ayetiyle buna dikkat çeker.

Ve önceden de söylediğimiz gibi,
Kuran'da evrenin ve dünyanın yaratılışı
ile ilgili tüm Kuran haberleri, bilim aracılığıyla
bulunan gerçeklere uygundur. Aşağıda
bu konuyla ilgili bazı örnekler yer alıyor.

EVRENİN GENİŞLEMESİ

20. yüzyıla gelene kadar tek bir bilim
adamı dahi evrenin genişlemekte olduğu
yönünde bir teori ortaya atmamış, hatta,
belki de böyle bir olayı aklından geçiren dahi olmamıştı.
Stephan Hawking, evrenin genişlemesinin
farkedilmesini 20. yüzyılın en büyük
olaylarından biri olarak niteledikten sonra,
bu olayın bugüne gizli kalmasından
duyduğu şaşkınlığı şöyle dile getirir:
'Evrenin genişlemekte olduğunun
ortaya çıkarılışı 20. yüzyılın en büyük
düşünsel devrimlerinden biridir.

Bu günden geçmişe bakıldığında
kimsenin bunu neden daha önce
akıl etmediğine şaşmamak elde değil.'

Oysa Allah’ın, 600’lü yıllarda vahyettiği kitabında,
Allah'ın evreni yarattığını ve de onu "genişlettiği"
bildirilmektedir. Konuyla ilgili ayet şöyle demektedir:

"Biz göğü 'büyük bir kudretle'
bina ettik ve şüphesiz.
Biz, (onu) genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47)

EVRENDEKİ KUSURSUZLUK

"O, biri diğeriyle
'tam bir uyum' içinde yedi
gök yaratmış olandır.
Rahman'ın yaratmasında
hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk'
göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir;
herhangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık)
görüyor musun?
onra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir;
o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin
olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)

Evrendeki milyarlarca yıldız ve
galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri
için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder.
Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında,
hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler.
Hatta bazen içinde 200 -300 milyar yıldız bulunan

galaksiler birbirinin içinden geçip giderler.
Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak
herhangi bir çarpışma olmaz.

Evrende hız kavramı dünya
ölçüleriyle karşılaştırıldığında
akıl durduracak boyutlardadır.
Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar,
gezegenler ve sayısal değerleri ancak
matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki
galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde
korkunç bir süratle hareket ederler.

Örneğin, dünya saatte 1670 km.
hızla kendi ekseni çevresinde döner.

Bugün en hızlı merminin saatte
ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu
düşünülürse dünyanın dev boyutlarına
rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır.

Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise
merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km.
(Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir
araç yapılabilseydi
dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.)

Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir.
Güneş sistemi ise daha da ilginçtir.
Bu sistemin sürati mantık
sınırlarını zorlayacak derecededir.

Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar.
İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki
dönüş sürati: -Saatte tam 720.000 km.,
200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran
"Samanyolu Galaksisi"nin uzay içindeki hızı
ise saatte 950.000 km. dir

Bu başdöndürücü hız, aslında dünya
üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine
bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık
ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması
normalde oldukça mümkündür.
Ancak, ayette dendiği gibi, tüm bu sistem
içinde hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' yoktur.

Çünkü evren de, her şey gibi,
"başıboş"değildir ve Allah'ın koyduğu
dengeye göre işlemektedir.

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

Evrendeki büyük dengenin en
önemli nedenlerinden biri,
kuşkusuz gök cisimlerinin belirli bir
yörünge izliyor olmasıdır. Bu yörüngelere,
yakın zamana kadar bilinmediği halde,
Kuran'da da dikkat çekilmiştir:

"Geceyi, gündüzü, güneşi
ve ayı yaratan O’dur; her
biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler."
(Enbiya Suresi, 33)

Gerçekten de yıldızlar,
gezegenler ve uydular hem kendi
etraflarında, hem de bağlı bulundukları
sistemle birlikte dönmekte, evren bir fabrikanın
dişlileri gibi düzenli çalışmaktadır.

Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök
cisimlerinin hareketi değildir. Güneş sistemimiz
hatta diğer galaksiler, başka merkezler
etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler.

Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi
her yıl, bir önceki yerinden
500 milyon kilometre uzakta bulunur.

Gök cisimlerinin yörüngelerinden
en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst
edecek kadar önemli sonuçlar
doğurabileceği hesaplanmıştır.
Örneğin dünya yörüngesinde,
normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik
bir sapma bakın nelere yol açabilirdi:


"Dünya güneş çevresinde dönerken
öyle bir yörünge çizer ki her 18 milde doğru
bir çizgiden ancak 2.8 mm ayrılır.

Dünyanın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz,
çünkü; yörüngeden 3mm'lik bir sapma bile büyük
felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 mm
olsaydı yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık,
sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak ölürdük.
" (Bilim ve Teknik, Temmuz 1983)

Gök cisimlerinin bir başka özelliği de,
yörüngelerinin dışında bir de kendi
etraflarında dönmeleridir.
"Dönüşlü olan göğe andolsun." (Tarık, 11)
ise tam da bu gerçeğe işaret eder.


GÜNEŞ

Dünyadan 150 milyon km. uzakta
olmasına rağmen, güneş bizim için
gerekli olan enerjiyi kesintisiz olarak ulaştırır.

Bu dev enerjili gök cisminde
hidrojen atomları devamlı olarak helyuma çevrilmektedir.
Her saniye 616 milyar ton hidrojen, 612 milyon
ton helyuma çevrilmektedir. Bu esnada dışarı
salınan enerji 500 milyon hidrojen bombasının
patlamasına denktir.

Dünyada hayat güneşten gelen enerjiyle sağlanır.
Yeryüzündeki dengenin devamı ve canlılık için
gereken enerjinin % 99 'u güneşten sağlanır.

Söz konusu enerjinin yarısı gözle
görünür ve ışık olarak alınır. Geriye
kalan enerjinin büyük bir kısmı gözle
görülmeyen, ama sıcaklık biçiminde
ortaya çıkan kızılötesi ışınlardır.

Güneşin bir özelliği de çan gibi
genleşip salınmasıdır.
Bu olay her beş dakikada bir tekrarlanmakta
güneşin yüzeyi bu sırada saatte 1080 km hızla,
3 km. kadar bize doğru ilerleyip sonra geri dönmektedir.

Güneş, Samanyolu'nu oluşturan
200 milyar yıldızdan biridir.
Dünyadan 325.500 defa büyük olmasına rağmen,
evrendeki küçük yıldızlardan sayılmaktadır.
Çapı 125 bin ışık yılı olan
Samanyolu'nun merkezine
30 bin ışık yılı uzaklıktadır.
( 1 ışık yılı= 9.460.800.000.000 km.)


GÜNEŞİN YOLCULUĞU

"Güneş de, kendisi
için (tesbit edilmiş) olan
bir müstakarra (karar yerine)
doğru akıp gitmektedir. Bu üstün
ve güçlü olan, bilenin takdiridir."
(Yasin Suresi, 38)

Astronomların hesaplarına göre güneş,
içinde bulunduğu galaksinin hareketi
nedeniyle, Solar Apex adı verilen bir
yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru
saatte 720.000 km.’lik bir hızla yolculuk
etmektedir. (Bu, kaba bir hesapla güneşin
günde 720.000x24=17.280.000 km.

yol katettiğini gösterir. Tabi ona bağlı olan dünyamızın da...)


YEDİ KAT YER - YEDİ KAT GÖK

"Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı..." (Talak Suresi, 12)

Dünya atmosferinin yapısı, Kuran'ın işaret ettiği gibi, başlıca yedi bölümden meydana gelir. Atmosferde katları birbirinde ayıran yüzeyler bulunmaktadır. Encyclopedia Americana'nın (9/188) verdiği bilgiye göre, sıcaklığa bağlı olarak yerden itibaren şu katlar sıralanır.

1.Kat - Troposfer: Kalınlığı kutuplarda 8 km. ekvatorda 17 km'ye kadar ulaşır. Bu kat bulutların büyük bir bölümünü kapsar. Sıcaklık yükseltiye bağlı olarak kilometrede 6.5°C azalır.Bu katmanın tropopoz diye adlandırılan ve hızlı hava akımlarının olduğu kısımda sıcaklık -57°C’de sabit kalır.

2.Kat - Stratosfer: 50 km yüksekliğe ulaşır. Burada mor ötesi ışınlar soğurulduğu için ısı açığa çıkar ve sıcaklık 0°C’ye kadar yükselir. Bu soğurma sırasında ısının yanında dünya için hayati önem taşıyan ozon tabakası da ortaya çıkar.

3.Kat - Mezosfer: Yüksekliği 85. km'ye kadar çıkar. Burada sıcaklık -100 C’ye iner.

4.Kat - Termosfer: Sıcaklık giderek yavaşlayan bir tempoda artar.

5.Kat -İyonosfer:Bu bölgedeki gazlar iyon halinde bulunur. Radyo dalgalarının iyonosfer tarafından tekrar dünyaya gönderilmesi sayesinde yeryüzündeki iletişim sağlanır.

6.Kat - Ekzosfer:500 ila 1000. km'nin ötesinde, özellikleri tamamen güneşin etkinliklerine göre değişen tabakadır.

7.Kat - Manyetosfer: Burası dünyanın manyetik alanın kapladığı büyük bir boşluğu andıran alandır. Enerji yüklü atom altı parçacıklar Van Allen Kuşakları olarak adlandırılan bölgelerde tutulur.

Aynı kaynakta sayıldığı üzere yer kabuğunun katmanları da 7 bölümden oluşur:

1.Kat Litosfer(su)

2.Kat Litosfer(kara)

3.Kat Astenosfer

4.Kat Üst manto

5.Kat Alt manto

6.Kat Dış çekirdek

7.Kat İç çekirdek

DÜNYANIN HAREKETİ

"Dağları görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi, 88)

Kuran, dünya merkezli bir evren modelinin benimsendiği bir çağda, dünyanın aslında bulutlar gibi hareket eden bir cisim olduğunu belirtmektedir. Ayette dünya kelimesi yerine dağ kelimesinin yer alması da ilgi çekicidir. Çünkü dağlar dünyadaki sabitliğin simgesidir. Sabit gibi gözüken dağların hareket etmesi demek dünyanın hareket halinde olması demektir.

DÜNYANIN YUVARLAKLIĞI

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor. (Zümer Suresi, 5)

Kur’an’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örtmek" olarak tercüme edilen arapça kelime "tekvir"dir. Bu kelimenin arapça karşılığı yuvarlak birşeyin üzerine bir cisim sarmaktır. (Örneğin Arapça sözlüklerde başa sarık sarma gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır). Dolayısıyla gecenin gündüzü tekvir etmesi ancak yeryüzünün yuvarlak olmasıyla mümkündür.

DAĞLARIN DEPREMLERİ ENGELLEMESİ

"O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi..." (Lokman Suresi, 10)

"Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?" (Nebe Suresi, 6-7)

Jeolojinin dağlar hakkında söyledikleri yukarıda verdiğimiz ayetlerle tam bir paralellik içindedir. Dağların özelliklerinden biri yeryüzündeki büyük yer tabakalarının uçlarında yükselmesi ve bu tabakaları birbirine bağlamasıdır. Bu özellikleriyle dağlar tahtaları birarada tutan çivilere benzetilmektedir. Bunun yanında dağların yerkabuğunda yaptığı basınç, dünyanın merkezindeki mağma hareketlerinin etkisinin yeryüzüne ulaşarak yerkabuğunu parçalamasına engel olurlar.

YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

"Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir." (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içeriyor. Nitekim maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilimadamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Anti-madde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine anti-maddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür.

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

"Birbirleriyle kavuşup karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırı geçmezler." (Rahman Suresi, 19-20)

Yukarıdaki ayette, bilinen iki su kütlesinin birbirleriyle karşılaşıp birleştiği fakat bir engel sebebiyle karışmadıkları vurgulanmaktadır. Bu nasıl olabilir? Normalde beklenen iki denizin birbirleriyle karşılaştığında sularının karışarak hem tuzluluk oranlarının hem de ısılarının eşitlenmeye doğru gitmesidir. Oysa olay böyle olmamaktadır. Örneğin Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu birbirleriyle görsel olarak birleşseler de suları birbirine karışmamaktadır. Bunun sebebi aralarındaki bir engeldir. Bu engel ise "yüzey gerilimi kanunu" olarak bilinen olaydır.

DEMİRDEKİ İKİ ŞİFRE

Demir dünyamızda en çok bulunan dört elementten biridir ve çağlar boyunca insan için en hayati madenler arasında yer almıştır. Demirden bahseden Hadid (demir) Suresi’nin 25. ayeti şöyledir:

"Demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için fayda vardır."

Bu ayet ise oldukça ilginç olan iki matematiksel şifre taşımaktadır.

El-Hadid (belirli demir), Kuran'ın 57'nci suresidir. "El-Hadid" kelimesinin harflerinin sayısal değerleri toplandığında (ebced hesabı) karşımıza çıkan rakam da aynıdır: 57.

Sadece "Hadid" (demir) kelimesinin ebced değeri ise 26’dır. 26 sayısı demirin atom numarasıdır.

ZAMANIN FARKLILAŞMASI

Einstein'ın "rölativite kuramı"na göre zaman sabit bir ölçü değildir. Hıza bağlı olarak uzayıp kısalır. Kuran, "bir günü elli bin yıl" olan ve yine "bir günü bin yıl" olan farklı farklı zaman birimlerinden bahsederek, zamanın rölatif (göreceli) bir kavram olduğunu, Einstein'dan yüzyıllar önce açıklamaktadır.

"Melekler ve ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)

"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)


KARANLIĞIN YARATILMASI

"Görmediler mi, biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır." (Neml Suresi, 86)

Dikkat edilirse ayet gecenin özel olarak yaratıldığını bildirmektedir. Bundan birkaç sene öncesine kadar bilimadamları evrendeki yıldız sayısını ve ürettikleri ışığı hesapladıklarında evrenin aslında sürekli aydınlık olması gerektiği sonucuna varmışlar ve karanlığın sebebini anlayamamışlardı. Bu konu ancak karadeliklerin keşfiyle açıklığa kavuştu. Çünkü evrenin her yerine dağılmış olan karadelikler, sahip oldukları korkunç çekim alanlarıyla yıldızların ürettiği ışınları büyük ölçüde yutmakta ve karanlığa sebep olmaktadır. Bir başka deyişle, karanlık özel olarak üretilmekte, ya da "yaratılmaktadır".



KARADELİKLER

Yakıtı tükenen yıldızın içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacimde korkunç bir çekim alanın ortaya çıkmasıyla oluşan karadeliklere Kuran şöyle işaret etmektedir:

"Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir." (Vakıa Suresi, 75-76)

Ayette yıldızların yerlerinin büyük bir gücü temsil ettiği özellikle vurgulanmıştır. Karadeliklerin yıldızların yerlerinde belirmeleri ve sahip bulundukları büyük çekim gücü düşünülürse ayetin anlamı anlaşılacaktır

AYIN YÖRÜNGESİ

"Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir." (Yasin Suresi, 39-40 )

Ay yörüngesinde seyrederken dünyanın bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda dünyayla birlikte güneşin etrafında da döndüğünden uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer. Ayın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, kurumuş hurma ağacı dalına oldukça benzemektedir

Ay dünyanın etrafında saatte 3659 km gibi büyük bir hızla hareket eder. Ay, ancak bu yüksek hızı nedeniyle dünyanın kuvvetli çekim gücünden korunabilmektedir. Ay, hızının daha yavaş olması halinde dünyaya çarpabilecek, daha hızlı olması durumunda ise uzaya savrulacaktı.

Ayın büyüklüğü ve dönüş hızı dünyayı etkilemekte ve gel-git dediğimiz olaya sebep olmaktadır. Ayın çekim kuvvetinin biraz daha fazla olması halinde dünyanın büyük bölümü bir anda sular altında kalabilirdi.

DÜNYANIN KORUNMUŞ TAVANI:

ATMOSFER VE VAN ALLEN KUŞAKLARI

Biz çoğunlukla pek farkında olmayız, ama her gezegene olduğu gibi dünyaya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşlarının dünyaya zarar vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde savuşturulmuş olur.

Kuran, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği şöyle ifade ediyor:

"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler." (Enbiya Suresi, 32)

Gökyüzünün "korunmuş bir tavan" oluşunun en önemli örneklerinden biri dünyayı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası "Van Allen" adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak dünyanın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur. İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın, atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan sayesinde dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur.

Bu tehlikelerin en önemlilerinden biri, "Güneş rüzgarları"dır. Güneş, dünyaya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5 milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da gönderir.

Güneş rüzgarları, dünyanın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları'ndan geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki Güneş rüzgarı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın çevresinden akar.

Güneşten gelen X ve ultraviyole ışınlarının büyük bölümü ise atmosfer tarafından emilmektedir. Bu emilme olmadan, yeryüzünde hayat olması ise mümkün değildir.

Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar, radyo dalgaları ve görünür ışığın dünyamıza ulaşmasına imkan verecek bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.

Dünyayı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, dünyada yaşamın var olabilmesi için, gökyüzünün "korunmuş tavan"ına bir de ozon tabakası eklenmi?tir.

Ozon, oksijenden üretilir. Oksijen gazının (O2) moleküllerinde 2 oksijen atomu bulunurken, ozon gazının (O3) moleküllerinde 3 oksijen atomu bulunur. Güneş'ten gelen ultraviyole ışınları, oksijen gazına bir atom daha ekleyerek ozonu oluştururlar. Ve ultraviyole sayesinde oluşan ozon tabakası, öldürücü ultraviyole ışınları tutarak yeryüzünde yaşamın en temel şartlarından birini oluşturur.

Kısacası; eğer dünya çekirdeğinin manyetik alan oluşturacak bir özelliği olmasaydı, atmosfer zararlı ışınları süzecek yapı ve yoğunlukta olmasaydı, kuşkusuz dünya üzerinde yaşam sözkonusu olamazdı. Ve kuşkusuz hiçbir insanın ya da başka bir canlının bunları düzenlemesi de mümkün değildir. Açıktır ki, insanın yaşamı için "olmazsa olmaz" şartlar olan bu koruyucu özellikler, Allah tarafından var edilmiş ve gök, "korunmuş bir tavan" olarak yaratılmıştır.

Başka gezegenlerin bu tür "korunmuş tavan"lardan yoksun olması, dünyanın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığının bir başka göstergesidir. Örneğin, Mars gezegeninin çekirdeği katıdır ve bu nedenle etrafında da manyetik bir koruma söz konusu değildir. Mars'ın büyüklüğü dünyanınki kadar olmadığı için çekirdekte sıvı kısmı oluşturacak kadar bir basınç doğuramamıştır. Ayrıca gezegenin uygun büyüklükte olması da manyetik alan için yeterli değildir. Örneğin, Venüs'ün çapı yaklaşık dünyanınki kadardır. Kütlesi dünyanınkinden ancak % 2 daha azdır ve ağırlığı da hemen hemen dünyanınkine eşittir. Dolayısıyla hem basınç açısından, hem de diğer nedenlerle Venüs'te de metalik bir sıvı çekirdek kısmının oluşması kaçınılmazdır. Buna rağmen Venüs'te de manyetik alan yoktur. Bunun sebebi Venüs'ün Dünya'ya göre oldukça yavaş dönmesidir. Dünya kendi etrafındaki turunu 1 günde tamamlarken Venüs bir turu 243 günde tamamlıyor.

Dünyanın "korunmuş tavan"ını oluşturan manyetik alanın var olması için, Ay'ın ve komşu gezegenlerin büyüklükleri ve dünyaya uzaklıkları da önemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden büyük olması, o gezegene büyük bir çekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip olacağı bu büyük çekim kuvveti, dünyanın çekirdeğindeki katı ve sıvı kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugünkü şekilde bir manyetik alanın oluşmasına engel olacaktı.

Kısacası dünya göğünün "korunmuş tavan" özelliğine sahip olması, dünyanın çekirdeğinin yapısı, dönüş hızı, gezegenler arası uzaklık ve gezegenlerin kütleleri gibi pek çok değişkenin en uygun noktada birleşmesini gerektirmektedir.

YAĞMURUN OLUŞUMU

Yağmurların oluşması için gerekli evrelerin neler olduğu ancak 1935’te hava radarlarının keşfiyle ortaya çıkarıldı. Buna göre yağmur 3 evreden geçerek oluşuyordu: Birincisi rüzgarın oluşması, ikincisi bulutların meydana gelmesi, üçüncüsü yağmur damlacıklarının ortaya çıkışı.

Kuran'da yağmurun oluşması ile ilgili olarak aktarılanlar da, sözkonusu bilimsel bulgularla büyük bir paralellik gösteriyor:


"Allah rüzgarları gönderir (1. evre), böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar (2. evre); nihayet onu

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi