26 Haziran 2008 Perşembe

Why Are So Many People in America Homeless?









No health coverage Homeless in line The western world Child in ditch
Sleeping migrants Wrecks Wrecks On the Bowary
Beggar Lord, will I ever?
no, nigger, never!
Thought for food Wino in New York













Is HUD To Be Blamed For Increased Homelessness?


The Western Regional Advocacy Project (WRAP) seems to think so.

The National Policy and Advocacy Council on Homelessness sent me a study that WRAP did. It is called: "Without Housing: Decades of Federal Housing Cutbacks, Massive Homelessness and Policy Failures."

NPACH says it documents the correlation between these trends and the emergence of a new and massive episode of homelessness in the 1980s which continues today. It particularly focuses on radical cuts to programs administered by the US Dept. of Housing and Urban Development (HUD) and the US Dept. of Agriculture (USDA), which administers funds for rural affordable housing.

Here’s what the study says:

· HUD's budget has dropped 65% since 1978, from over $83 billion to $29 billion in 2006.

· The Emergency Shelter phenomenon was born the same year that HUD funding was at a drastic low point. In 1983, HUD's budget was only $18 billion, the same year that general public emergency shelters began opening in cities nationwide.

· HUD has spent $0 on new public housing, while more than 100,000 public housing units have been lost to demolition, sale, or other removal in the last ten years.

· Federal housing subsidies are going to the wealthy. In 2004, 61 percent of these subsidies went to households earning more than $54,788, while only 27 percent went to households earning under $34,398.

· More than 600,000 identified homeless students went to public schools in the 2003-2004 school year, according to the US Department of Education.

· Federal support helps homeowners instead of poor people. In 2005, federal homeowner subsidies totaled more than $122 billion, while HUD outlays were only $31 billion - a difference of more than $91 billion.

How do People Become Homeless?

How people become homeless
It’s hard to imagine how someone can go from having a home one day to being out on the street the next. Many homeless people start out with jobs and stable residences, but then social and economic factors intervene, causing a rapid change in their living situation.

Hani ‘America’ işleri hep çetrefillidir ama ‘küresel’ Baris altinda muslumanlar üzerinden dünyayı şekillendirme fikri pek akilda durmuyor. Çünkü önce evdeki tadilatı bitirmek lazım degilmi? iste sizlere Bugunku America dan yoksul sokakta yasiyan insan manzaralari
Lutfen resimlerin uzerine tiklayarak buyutunuz resimlerin cogu bugunun Americasi sokakta yasiyan insan manzaralaridir.... 2008
YOKSULLUK VE YOKSULLAŞMANIN NEDENLERİ

Dünyevî varlıklar veya maddî kazanımlar yönünden insanları esas olarak üç grup altında toplayabiliriz. Yoksullar, hali vakti yerinde olanlar ve varlık sahipleri, yani zenginler.

İnsanlık tarihi boyunca yoksulluktan uzak, yani yoksulu hiç olmayan toplum bulmak mümkün değildir. Bir başka ifadeyle tarih boyunca var olmuş bütün toplumlarda bu üç grup toplum kesimi hep olagelmiştir. Zaten önemli olan yoksulun olmayışı değil, yoksulun kendi haline, kendi başına bırakılmayışıdır. Bir ülkede öncelikle devletin, ikinci olarak da toplumun tamamının görevi, yoksulu kendi çaresizliği ile baş başa bırakmamaktır.

















YOKSULLUK VE YOKSULLAŞMANIN NEDENLERİ

Dünyevî varlıklar veya maddî kazanımlar yönünden insanları esas olarak üç grup altında toplayabiliriz. Yoksullar, hali vakti yerinde olanlar ve varlık sahipleri, yani zenginler.



İnsanlık tarihi boyunca yoksulluktan uzak, yani yoksulu hiç olmayan toplum bulmak mümkün değildir. Bir başka ifadeyle tarih boyunca var olmuş bütün toplumlarda bu üç grup toplum kesimi hep olagelmiştir. Zaten önemli olan yoksulun olmayışı değil, yoksulun kendi haline, kendi başına bırakılmayışıdır. Bir ülkede öncelikle devletin, ikinci olarak da toplumun tamamının görevi, yoksulu kendi çaresizliği ile baş başa bırakmamaktır.


Devlet, bünyesinde oluşturacağı ilgili birimlerle, toplum ise vakıflar veya dernekler çerçevesinde oluşturacağı sivil toplum kuruluşlarıyla yoksulun yanında olmak, onun elinden tutmak ve dertlerine çare olmanın yollarını aramak ve bulmak zorundadır.


Aksi halde devlet, devlet olarak, toplum ise millet olarak yaşamasını sürdüremez. Daha açık bir ifadeyle, bir ülkede yoksullar kendi hallerine terk edilecek olurlarsa, o ülkede barışın, huzurun ve kardeşliğin sürdürülmesi mümkün olmayacağı gibi, uzan vadede devletin varlığını sürdürmesi de mümkün olamayacaktır.


Çünkü, devlet milletiyle vardır ve fakirleri kendi haline terk edilen bir toplum, millet olma özelliğini kaybetmiş demektir. Millet olma özelliğini kaybeden bir toplumun ise devletini ayakta tutması, yani devletli olarak yaşaması zaten mümkün değildir.


Bu bakımdan, gerek bireysel, gerekse sosyal hayatımızı sarsan ve hatta altüst eden olgulardan birisi, belki de en önemlisi yoksulluktur. Nitekim dilimizde yer alan ve çokça kullanılan “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” atasözü, sosyal hayatımız bakımından yoksulluğun önemini en veciz biçimde gözler önüne sermektedir.


Çünkü burada kullanılan “biri yer” tabiri bütün ihtiyaçları ve “biri bakar” tabiri ise ihtiyaçlar giderilemeyince olacakları en kapsamlı biçimde özetlemektedir. Bu nedenle “biri yer” tabirini, “biri giyer”, “biri en lüks arabalarda, yatlarda, özel uçaklarda gezer” “biri Reyna’larda, Layla’larda eğlenir”, “biri lüks apartman dairelerinde, köşklerde, yalılarda, villalarda, yazın ayrı, kışın ayrı mekanlarda oturur”, “birinin evli olduğu ayrı, beraber yaşadığı ayrı, gönül eğlendirdiği ise apayrıdır” ve “biri en iyi okullardan eğitim, en iyi hastanelerden sağlık hizmeti alır” şeklinde anlamalıyız.


Bütün bunlar olurken, sadece bakar ve seyreder durumda olan diğeri ise açtır, çıplaktır, evsizdir, bekardır, eğitimsizdir ve sağlıksızdır.

Bu iki grup insan, bir ülkede yaşar ve bir toplumu oluşturursa neler olur dersiniz?

Böyle bir ülkenin huzurlu, böyle bir toplumun bir binanın tuğlaları gibi dayanışma içinde olması mümkün müdür?

Bir binanın tuğlaları gibi dayanışma içinde olmayan bir toplumun millet olması, ya da millet özelliğini koruyarak yaşaması nasıl olacaktır?

Millet olma özelliğini kaybederek insan kalabalıkları, yani halk haline gelen bir milletin devletli olmasını ve devletini yaşatmasını kim ya da kimler sağlayacaktır?

Devletini yaşatamayan bir milletin varlığını koruması nasıl olacak da mümkün olacaktır?

Öyleyse bir şeyler yapılması gerekmektedir. Hem milletin millet olarak yaşamasını sürdürmesi, hem de devletli olarak, yani devletinin çatısı altında kalabilmesi için.


Yoksulluk nedir, yoksul kime denir?

Yoksulluk, paraya, mala mülke sahip olmama hali. Ya da, yoksulluk, en alt seviyesi itibariyle, bir lokmaya ve bir hırkaya muhtaç olma hali olarak tarif edilebilir.

Bu durumda yoksul, en yalın şekilde, varsıl/zengin olmayan kişi olarak tarif edilecektir.

Yoksul, en temel ihtiyaçlarını, yaşadığı çoğrafyaya, günün şartlarına ve ait olduğu sosyal çevrenin standartlarına göre kendi imkanlarıyla yeteri kadar temin edemeyen insan olarak da tanımlanabilecektir.


Bütün bu tanımlamaları içine alacak şekilde yoksul, beslenme, giyinme, barınma, sağlık, eğitim ve evlenme gibi en zarurî ihtiyaçlarını, günün şartlarına, yaşadığı coğrafyaya ve sahip olduğu sosyal konuma göre belirlenecek olan standartlara uyacak şekilde kendi imkanlarıyla karşılayamayan insan olarak tarif edilecektir.


Bu tariften anlaşılacağı gibi, yoksulluk, içinde bulunulan zamana, yaşanılan sosyal çevreye ve ait olunan coğrafyaya göre değişecektir. Bu nedenle, yoksulluğu, çoğu zaman yapıldığı gibi, belli bir parasal değere bağlamak doğru bir tanımlama olmayacaktır.


Yoksulluğun nedenleri

Anadolu insanının ifadesiyle, “yoksulluk kapıya bastırılacak şey değildir.” Bu nedenle, yoksulluğu kimse istemez ve aklı başında hiç kimse yoksulluğa gönül razısıyla katlanmaz. Ne var ki yoksulluk, insanlık tarihi boyunca, sosyal bir vakıa olarak hep var olmuş ve pençesine düşen insanları ölesiye kıvrandırmıştır.


Hiç kimse gönül rızasıyla istemediği halde, acaba neden yoksulluk varlığını yine de sürdürebilmektedir?

Daha da açık ve net biçimde soracak olursak, acaba neden insanlar hiç istemedikleri halde yoksul olurlar veya yoksul düşerler?

Bu sorunun cevaplarını aramadan önce, yoksulluğun iki ana nedenini söylemek durumundayız:


1. Ülke olarak üretim kapasitesi düşüktür ve toplumun çok büyük çoğunluğu yoksuldur. Bu tür yoksulluk, ülkenin genel karakterinden kaynaklanmaktadır. Bir çok Afrika ve kimi Uzakdoğu ülkesinde toplum çoğunluğunun yoksul olmasının nedeni budur. Buna rağmen bu gibi ülkelerde bile çok zengin olan bir toplum kesimi yine de mevcuttur.


2. Ülke esas olarak zengin olduğu halde, toplumda yoksul bir kesim yine de mevcuttur. Bu tür yoksulluk, ülkenin genel karakterinden değil, sistemin insan merkezli olmayışından kaynaklanmaktadır ve tamamen gelir dağılımı bozukluğunun sonucudur. Bir çok zengin batı ülkesinde yoksul kesimlerin var oluşu bu tür yoksulluğa örnektir.

Ülkemizdeki yoksulluk ve yoksul kesimlerin giderek daha büyük sayılara ulaşmaları bu iki nedenin ikisinden birinden kaynaklanmaktadır. Çünkü ülkemiz hem çok az üreten bir ülke konumundadır; hem de ülkemizde yürürlükte olan sistem gelir dağılımını son derece bozan bir yapıya sahiptir.

Bu genel nedenlerin dışında, insan neden yoksul olur sorusuna cevap aradığımızda karşımıza çıkan olasılıkları şöylece sıralayabiliriz:


1. Yoksul bir aileden ya da çevresinden kendisini zengin edecek büyüklükte bir çıkın kalması kesinlikle ihtimal dahilinde olmadığından, hayatın başlangıcında yoksulluğu çekilmesi zor bir yük olarak yanında taşımaya ve yoksulluğa katlanmaya mecburdur.


2. Başlangıçta varlıklı, ya da hali vakti yerinde olduğu halde, başına gelen karşı durulmaz bir doğal felaket (yangın, sel, deprem, heyelan) onu yoksul bırakmış olabilir. Örneğin son depremlerde her şeylerini kaybeden insanlarımızın yoksulluğa düştükleri gibi.


3. Varlıklı, ya da hali vakti yerinde olan birisini, içki, kumar, uyuşturucu gibi kimi kötü alışkanlıklar yoksulluğa düşürmüş olabilir.

4. Kişi doğuştan bedensel, zihinsel ve ruhsal engelli oluşundan dolayı yoksulluğa düşmüş olabilir.

5. Sağlıklı bir kişi, amansız bir hastalığa yakalanarak, ya da trafik kazalarında sakatlanarak sağlığını kaybedip çalışamaz duruma düşer ve yoksul olabilir.


6. Kişi, bakmak zorunda olduğu insanların amansız bir hastalığa yakalanmaları nedeniyle de yoksulluğa düşebilir.

7. Kişi, vurguncuya, soyguncuya parasını kaptırdığı için yoksul olabilir. Tıpkı ülkemizin vurguncuya, soyguncuya parasını kaptırıp, kapı kapı para dilenme durumuna düştüğü gibi.

8. Kişi, yeterli bir eğitimi olmadığı için iş bulamaz ve yoksulluğa düşebilir.


9. Kişi yeterli eğitimi olduğu halde iş bulamaz ve yoksulluğa düşebilir. Günümüzde yüz binlerce üniversite mezunu gencimizin iş bulamayıp yoksulluğa düştükleri gibi.

10. Kişi, soygun, vurgun, hortumlama, söğüşleme, vantuzlama, deveyi hamuduyla yutma ve aşırı savurganlık nedeniyle ülke ekonomisinin krize girmesi sonucu var olan işini kaybedip yoksulluğa düşmüş olabilir. Son yıllarda on binlerce yetişmiş kişinin işini kaybederek yoksulluğa düşmesi gibi.


11. Kişi, kendi savurganlığı nedeniyle de yoksul duruma düşmüş olabilir.

12. Kişi, tembel ve beceriksiz olduğu için yoksul duruma düşmüş olabilir.

13. Kişi, sistemi elinde tutanların devlet adına yürüttükleri kısırlaştırma politikasına uymayarak fazla çocuk sahibi olabilir ve bu nedenle yoksul duruma düşebilir.

14. Kişi, hayırsız evlatları, ya da aile yakınları nedeniyle de yoksulluğa düşmüş olabilir.

15. Üretmeden tüketme alışkanlıkları da kişileri yoksulluğun pençesine düşürebilir. Tıpkı ülkemizin üretmeden tüketme alışkanlığı yüzünden IMF’nin reçetelerine muhtaç olması gibi.


Yoksulluğun sonuçları

Sayılan veya akla gelmediği için sayılamayan sebeplerden dolayı yoksulluğa düşen insanlarımız beslenme, barınma, giyinme, evlenme, sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaçlarını kendi imkanlarıyla karşılayamadıklarında ne yapacaklardır, ya da ne yapmalıdırlar, sizce?

Anadolu insanının o güzel tabiriyle “ört ki ölem” mi demelidirler?

Veya bizler, “ne halleri varsa görsünler” mi demeliyiz?


Fakir ve aç insanların çaresizliğine karşı, böylesine bir vurdum duymazlığa ve bakar kör konumunda bir seyirci kalışa gönlümüz razı olmalı mı?

İnsan olarak, komşu olarak, vatandaş olarak böylesi söylemlere ve böylesi davranışlara hakkımız var mı?

Ve bizler aynı duruma düştüğümüzde böyle şeylerin kendimize denmesine razı olabilir; hayatın acımasızlığı karşısında çaresizliğimiz insanların vurdum duymazlığını ve neme lazımcılığını kabul ederek içimize sindirebilir miyiz?


O halde ne yapacak ve nasıl yapacaklar da, yoksul insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayacaklar ve insanca yaşayacaklardır, dersiniz?

Kapı kapı dilenecekleri mi?

Cami avlulularında mendil mi açacaklar?

Çalacaklar, çırpacakları mı?

Dolandırıcılığı kendilerine meslek mi edinecekler?

Yol mu kesecekler?

Haraç mı alacaklar?

Rüşvete mi bulaşacaklar?


Kimilerinin yaptıkları gibi, devleti mi hortumlayacaklar? Böyle bir şeye niyetlenecek olsalar bile, yoksul insanların hortumlara yaklaşması nasıl olacak da mümkün olacaktır?

Uyuşturucu ticaretinde kuryelik mi yapacaklar?

Kiralık katil mi olacaklar?

Çek senet mafyasının adamı mı olacaklar?

Ülkemizde cirit atan dış odaklı şer güçlerin hesabına mı çalışacaklar?


Fesat ocaklarının kucağına mı düşecekler?

Misyonerlerin yardımlarıyla geçinip dinlerini mi değiştirecekler?

Yoksul insanlar bunların hangisini yaparlarsa en temel ihtiyaçlarını karşılayabilirler ve insanca yaşama imkanını elde edebilirler, dersiniz?

Öyle ya, “Açlık en akıllı balıkları bile oltaya getirir.” diyor Goethe. Ve Victor Hugo, Goethe’nin sözünü doğrularcasına dile getiriyor açlığın insanın bel kemiğini nasıl kırdığını “Açlık, öyle bir kapıdır ki, ordan geçme mecburiyeti doğdu mu, insan ne kadar büyük olursa olsun, büyüklüğü kadar eğilmek zorunda kalır.” diyerek... Bir başka batılı düşünür Daniel Defoe ise, açlığın insanı ve sosyal münasebeti nasıl bozduğunu dillendiriyor; “Açlık ne dost, ne akraba, ne insanlık ve ne de hak tanır.” ifadesiyle.


Yoksul insanlar, en temel ihtiyaçlarını karşılamak için de olsa bu sayılanları yapmamalılar mı, sizce? Yani oltaya gelmemeliler, bellerini bükmemeliler, kesinlikle hak ve hukuktan ayrılmamalılar mı?

Bütün bu yanlış işleri yapmasınlar ve hatta bütün bu yanlış işlerin yanına bile yanaşmasınlar diyecek olursanız, söyler misiniz, yoksul insanlar, kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek için ne yapmalılardır öyleyse?

Ölsünler, ya da, bırak ne halleri varsa görsünler, diyemeyeceğimize ve böyle bir söz söylemeye kesinlikle hakkımız olmadığına göre, yoksul insanlar ne yapsınlar da insanca, yaşamaları için gerekli olan en temel ihtiyaçlarını onurları zedelenmeden, devlete ve millete düşman olmadan karşılayabilsinler?


Bilinen ve kabul edilen en temel bir gerçektir ki, doğan her insan, Allah’ın takdir ettiği bir süre için, hür olarak ve onurlu bir şekilde yaşama hakkına sahiptir. Bu nedenle meşru ya da gayri meşru, bu dünyaya gelen her insan, yaşamak için her şeyi yapmak ve her yolu denemek durumundadır. Bir başka deyişle, Halık-ı Zülcelal insana ölme ve öldürme yetkisi vermemiştir. Haksız yere bir kişiyi öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi kabul edilişi, bu nedenledir. İslam’da, intihar etmek veya kendisine ötenazi uygulanmasını istemek bunun için yasaktır. Çünkü bütün bunlarda yetki aşımı söz konusudur. Öyle ya canı Allah yaratmış ve yine O (cc) alacaktır. Yani yetki sadece ve sadece O’na (cc) aittir.


Bu nedenle, “can azizdir” der Anadolu insanı.

Can gerçekten de azizdir. Bunun içindir ki, Anadolu insanı inancının yönlendirmesiyle “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz” diyerek bu konudaki değer hükmünü ortaya koyar.

Can gerçekten öylesine azizdir ki, insan o aziz olan canının tehlikeye düşmesi durumunda, gönle inmeyecek şekilde, dil ile inkar gibi, leş ve domuz eti yemek gibi dinimizin kimi temel haramlarını bile işleme ruhsatına sahip kılınmıştır.

Bütün bunların çerçevesinde, çok net biçimde söylemek durumundayız ki, makamı, yetkisi, sosyal konumu, gücü, rengi, dini, meşrebi, mezhebi, dili, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun, kimsenin kimseye açsan ve hastaysan öl ya da ben yerken sen sadece seyret deme hakkı yoktur.


Açlık, yoksulluğun en alt ve en tehlikeli basamağıdır. Bunun içindir Anadolu inansının “Allah kimseyi açlıkla imtihan, ya da terbiye etmesin” diyerek dua etmesi, “Az kalsın yoksulluk, küfre yakın olacaktı.” sözü ise bu alt basamağın tehlikesini en veciz biçimde ortaya koyan Nebevî bir söylemdir. Ve Nebiler Nebisinin duası, “Ya Rabbi, ben küfürden ve fakirlikten sana sığınırım.” biçimindedir. Çünkü fakirliğin ve özellikle açlık derecesindeki fakirliğin insanın başını ne tür belalara sokacağının cevabını veren ilahi kelam ise, “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” anlamındadır.


Anadolu insanı “Fakirlik kapıya bastırılacak şey değil.” diyerek, yoksulluktan köşe bucak kaçarken; William Shakspeare, “Yoksulluk kapıdan girdiğinde aşk pencereden çıkar.” diyerek, aşkın bile yoksulluğa yenik düşebileceğini çok çarpıcı biçimde ortaya koyar. Bir başka ifadeyle, yoksulluk durumunda, iki gönül bir olsa da, samanlığın seyran olmayacağının gerçek bir ispatıdır bu söz. Nitekim, ihtiyaçların namütenahî olacak şekilde arttığı günümüzde, iki gönlün birleşmesiyle seyran olan nice samanlıkların yoksulluk karşısında zindana döndüğü ve ortada nur yumağı gibi yavruların olduğu nice yuvaların çatır çatır yıkıldıkları bilinen bir gerçektir.


“Aç tavuk ambar yıkar.” atalar sözü ile de aç bir canın neler yapabileceğinin boyutlarını ortaya koyar Anadolu insanı. Böyle demekle, Anadolu’nun o güzel insanı, aç bir can sahibinin aklı ve gücü kısıtlı tavuk değil de, en güzel biçimde yaratılmış ve mükemmel bir akılla donatılmış insan olduğunda nelerin olabileceğinin altını çok kalın hatlarla çizmek istemiştir.


Bir Fransız yazar, “Ben Fransızım; Fransa’yı elbette çok severim. Hatta ona taparım. Ama Fransa beni aç bırakırsa onu satarım.” diyerek mükemmel bir akılla donatılan insanın aziz olan canını korumak amacıyla neler yapabileceğini, hiçbir yoruma gerek kalmayacak biçimde, bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.


Yoksulluğun en alt basamağını oluşturan açlığın tehlikeleri saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bu bakımdan gerek devlet yönetimini ellerinde tutanlar, gerekse toplumun ileri gelenleri aç ve yoksul insanları kendi başlarına bırakmadıkları gibi, onların onurlarını koruyacak şekilde onlara yardımcı olmanın yollarını aramalı ve bulmalıdırlar.


Yoksullara karşı devletin görevi

Batılı düşünür Dante’ye göre “El kapısının ekmeği acı; el merdivenlerinden çıkmak zordur.”

Aç ve muhtaç insanların bu acılığı tatmaları ve bu zorluğu çekmemeleri için bu aşamada devletin mutlaka devreye girmesi gerekmektedir.


Devlet devreye girmezse ne olur mu diyorsunuz?

Bugün ülkemizin içine düştüğü, Afrika ülkelerinden bile kötü, bozuk gelir dağılımı çıkar ortaya. İşte bu çok bozuk gelir dağılımının doğal bir sonucudur ki, bugün ülkemiz milli gelirinin % 55’ini nüfusumuzun ilk % 20’lik dilimi alırken, nüfusumuzun son % 20’lik dilimine sadece % 5’lik bir pay düşmektedir.


Çile şairimizin yıllar öncesinden işaret ettiği ve yakındığı yaklaşım budur işte:

“Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,

Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa!”


Bunun daha açık anlamı, günümüz dünyasında ülkemiz insanının, gözbebeği gibi korumaya çalıştığı devletinin üstüne giydirilen bu ucube sistem nedeniyle, tarihî geçmişine ve millî onuruna yakışmayacak biçimde bir gelir dağılımı bozukluğuna mahkum edilmiş olmasıdır. Sistemi yönetenlerce ülkemiz insanına reva görülen böylesi bir gelir dağılımı bozukluğunun, uzun vadede, “çok tokların” hayrına olmayacağını da yeri gelmişken, belirtmek zorundayız.


Bunun bilincinde olan Anadolu insanı “aç tavuk ambar yıkar” diyerek ikaz eder çok tokları. Bu sosyal bir vakıayı tesbittir ve aynı zamanda çok önemli bir ikazdır, tarih şuuru ve de sosyolojik kültürü olmayanlara.

Evet “aç tavuk ambar yıkar”; fakat aç insan ne yapar, acaba hiç düşündük mü?


Allah (cc)’ın Rasul’ü (sav) asırlar öncesi haber vermiş bizlere, aç insanın ne yapacağını, “Fakirlik küfre yakın olayazdı.” diyerek. Ayrıca, eski ümmetlerde bir mağaraya sığınmak zorunda kalan üç kişinin hikayesini anlatırken gözler önüne sermiş, aç kalan bir kadının başına gelmek üzere olan bir büyük ahlakî tehlikeyi, bütün ayrıntılarıyla.


Bu ne demektir bilir misiniz?

Fakirlikle beraber maneviyatı, açlıkla beraber ahlakı korumak son derece zordur. Siz bakmayın, bir ömür boyu elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan yaşayıp, sonra da bol keseden atanlara ve yüksek perdeden ahkam kesenlere.


Ve Anadolu insanı, bilge kişiliğiyle ne de güzel cevap verir tok karınla ahkam kesenlere, “tok, açın halinden anlamaz” diyerek. Bu nedenle, yönetici konumunda olanlar, aç insanların karşısına geçerek ahkam keseceklerine, onların hiç olmazsa “az aç” veya biraz daha iyileştirerek, “az tok” hale gelmelerine imkan hazırlamalılar ve de fırsat vermelilerdir. Aksi halde, iletişim teknolojisinin de verdiği imkanlarla olan biteni seyreden ve tıka basa tok insanların günün 24 saatinde çılgınlar gibi tepindiklerini gören aç insanların, haram paralarının üstünde padişahları kıskandıracak biçimde saltanat sürenlerin bir gün gelip saltanatlarını yıkacaklarını bilmek ve bilmeyenlere hatırlatmak zorundayız.


Çünkü tarih bu tür saltanat yıkılışlarına tanıktır. Bunu herkesten önce hatırlayacak olan da, bilmesi gereken de devletin yönetimini ellerinde tutanlardır.

Bu nedenle Anadolu insanına göre ümera, yani emir sahipleri, yani yönetici kadrolar çok önemlidir. Çünkü onlar, toplumun gerçek birer çobanı durumundadırlar. Dolayısıyla onlar, toplumu hem yönetecekler, hem yönlendirecekler, hem de onların haklarını korumaya çalışacaklardır. Ve herhangi bir nedenle bu hakları koruyamamışlarsa en kısa sürede iadesi için çaba sarfedeceklerdir.


Bu arada mutlaka akılda tutulması gereken bir husus vardır ki o da, yönetici kadrolar her ne kadar çoban konumundaysalar da, yönettikleri halkın kesinlikle bir sürü olmadığıdır. Çünkü insan hür yaratılmıştır ve bu hürriyetini bir başkasına kolay

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi